COVİT-19 gelince yaşamımızda var olan her duyguyu, her olguyu ilk kez duyuyormuş gibi yaşamaya başladık.  Özellikle virüse ilişkin tanımlar ve önlemlere ilişkin açıklama yapan yetkili-yetkisiz, ilgili-ilgisiz kişilerin yaptığı açıklamalar. İnsan yaşamında hep var olan hastalık veya mikropların genetik ya da bulaşıcı olduğunu biliriz. Ama covid-19 virüsü ile birlikte bulaşıcı tanımı gitti, bulaş geldi. Bizi terim icadına sürükleyen şey; üç harfi silersek virüsün etkisi azalacak düşüncesi mi acaba?

Geçtiğimiz günlerde ünlü bir profesör: “Eğer koku almıyorsanız, bulaş sizi bulmuştur.” dedi. Oysa insan yaşamında koku almak nefes almakla eş değerdir. Baharın gelişini çiçeğin kokusu, kışın gelişini karın kokusu anlatır. Bahar gelince kokular mutluluk verir. Kar kokusu temizlik hissi; her ne kadar soğuk olsa da hissedebilenin içini ısıtır. Kokular yaşamaktır hayatı.

Sevginin, dostluğun, arkadaşlığın, dayanışmanın kokusu da vardır. Bu kokular her insana göre değişir. Güzel kokan her olgudan aldığımız kokunun hoşluğunu ve miktarını başkaları değil, kendimiz belirlersek, mutlu olmamız kaçınılmazdır. Koku da çoktur, yayan unsur da çoktur. Örneğin kokuyu evlat yayar, anne duyar. Anne, hangi yaşta olursa olsun evladının kokusuyla can bulur. Nefes gibidir evlat kokusu.

Çalışma hayatında da öyle değil midir? Marangoz için tahta, kunduracı için kösele, aşçı için yemek, bahçıvan için çiçek kokusu her koşulda duyulan aslında yaşadığımızı anımsatan kokulardır.

***

Bizim meslekte (gazetecilik) haber alma kokusu, haberin türü ve etkisi ne olursa olsun bitmez. Daha stajyer döneminde başlar koku alma özelliği. Her gazeteci koku alır. Önemli olan koku almak değil, kokuyu doğru yaymaktır.

İktidarın, siyasi ve ekonomik gücün yanında olanlar, muhalefetin parçalandığı, bittiği kokusunu alır. Bu yandaş koklayıcılar; çöp kutularında, pazar atıklarında yiyecek bulma umuduyla çöp kokusuna mahkûm insanların çöp kokusu değil, yaşamın kokusunu aldıklarını savunurlar. Çöp kokusuyla nasıl mutlu olduklarının kokusunu da sokağa çıkmadan lüks gazete binalarından duyarlar.

Sayıları az olsa da iktidara, siyasi ve ekonomik güce muhalif olanlar ise iktidarın gidici, iktidarın içinde kavga olduğunun kokusunu alırlar sürekli. Bir de duruma göre koku alanlar var. Bu aradaki gazeteci tayfası, burunlarını bir iktidarın, bir muhalefetin kokusuna uzatırlar. Daha açık ifadeyle işine geldiği gibi koku alır burunları.

Siyasi, ekonomik, toplumsal sorunlar içinde kirlenmeden, çalmadan, alın teri ile yaşayan ve tabii iktidarı da muhalefeti de seçme hakkına sahip çoğunluk ise; koku alma uzmanlarının yaydığı kokuları almaya çalışırlar yaşamları boyunca. Sandık başına gittiği zaman reklamı, makyajı, albenisi en güçlü olan kokuyu seçerler. Çünkü topluma yön veren gazeteciler, yaldızlı diplomalara sahip her şeyin kokusunu alan akil adamlar, kanaat önderleri ve amaçları koltuklarını korumak olan siyasetçiler seçmenin koku alma duyusuna ipotek koymuştur.

Aslında sekiz aydır dünyayı esir alan covid-19, hepimize şu mesajı veriyor: “İnsan olmanın kokusu, pazarlanan tüm kokulardan daha değerlidir.” Sabah pencereyi açtığında komşunun “Günaydın.” sesiyle gelen dayanışma kokusuna, sokağa çıktığında bir selamın getirdiği arkadaş kokusuna, ihtiyaç duyduğumuzda hemen yanı başımızda beliren bir dost sesinin kokusuna, ağlayan bir insanın gözyaşını silip acısını hafifletmenin doyumsuz kokusuna fazlaca ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz. O nedenle her şeyi bildiğini, duyduğunu zanneden koku severlerin, bizi koku yanılgısına düşürmek için yaydığı kokuları bir kenara bırakın; insan olmanın belirleyicisi yüreğinizin ve vicdanınızın size gönderdiği kokuyu duyun, hissedin. O koku ile uyuyun, uyanın. O zaman tüm güçlükleri, sorunları aşacak gücün sizde olduğunu göreceksiniz.