Peygamberimiz (s.a.s)’in onca  çabasına rağmen Mekke müşrikleri, batıl inançlarından, insan onur ve haysiyetiyle bağdaşmayan alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmemişlerdi. Tevhid inancını, Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeğini kabule yanaşmamışlardı. Bir gün Peygamberimize gelerek “Bize Rabbini tanıt!” dediler.
Bunun üzerine Yüce Rabbimiz, tevhid inancını özlü bir şekilde anlatan, kendisini insanlığa en güzel şekilde tanıtan ihlas suresini indirdi ve şöyle buyurdu: “De ki: ‘O, Allah birdir.’ ” “O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey O’na muhtaçtır.” “Onun çocuğu yoktur. O, doğmamıştır.” “Hiçbir şey O’na denk değildir.” 
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim, baştan sona bizlere Rabbimiz Allah’ı tanıtan bir kitaptır. O’na imanı, teslimiyeti, ibadeti öğreten; insanca bir hayatın, huzura ulaşabilmenin yollarını gösteren hidayet rehberidir. Bizlere Rabbimizi en güzel şekilde tanıtan Şuarâ Suresi’nin âyetlerine göz atalım. 
Yüce Allah, buyuruyor. Yani Rabbimiz, yaratan ve hidayet verendir. Peygamberleri ve kitapları aracılığıyla bizlere sırat-ı müstakimi, dosdoğru yolu gösterendir. Bizlere düşen, bu yolun yolcusu olmaktır. Kötülüklerden uzak durmak ve gücümüz nispetinde iyiliği yeryüzünde yaymaktır. 
Rabbimiz, buyuruyor. Yani yediğimiz her bir lokmayı, içtiğimiz her bir damla suyu bizlere lütfeden Allah’tır. Bizlere düşen de  her daim helal rızık peşinde koşmaktır. Her nimetin, her türlü imkânın Rabbimizin birer emaneti olduğunu unutmamaktır. Varlığı da darlığı da imtihan vesilesi olarak görebilmektir.
Peygamberimiz (s.a.s)’in buyurduğu gibi “Her hâl ve durumda Allah’a hamdolsun” diyerek şükredebilmektir. Yüce Rabbimiz, buyuruyor. Yani Allah, hastalıkların şifasını verendir. Dertlerin devasını lütfedendir. Çaresizlere çare, ümitsizlere ümit O’dur. Bizlere düşen, sıkıntılarımız ve çaresizliklerimiz üzerinden inancımızı, duygularımızı, samimiyetimizi istismar etmek isteyenlere asla fırsat vermemektir. Sadece Rabbimizin rahmetine sığınmaktır. Yalnızca O’na dayanıp güvenmektir. 
Birer imtihan olduğu bilinciyle hastalıklara, musibetlere sabır, metanet ve tevekkülle göğüs germektir. Rabbimiz, buyuruyor. Yani, hayatın da ölümün de yegâne sahibi Allah’tır. Bu hayatı veren de vakti geldiğinde alacak olan da O’dur. Rabbimiz, ölümümüzden sonra bizleri yeniden diriltecektir. Yapıp ettiklerimizin hesabını soracaktır. Herkese hak ettiğinin karşılığını eksiksiz verecektir. Bizlere düşen, son nefesimize kadar imanımıza sadık kalmaktır. 
Ömrümüzü salih amellerle bereketli kılmaktır. Ölüme ve hesap vaktine her daim hazır olmaktır. Allah, ayetleriyle daima rahmetini ummamızı istiyor. Zira O, imanına sadık kalanları, kendisine gönülden teslim olanları asla mahcup etmez. Bizlere düşen, günahta, yanlışta ısrar etmemektir. 
Aczi yetimizin itirafı olan tövbelerimizle, nedametimizin tezahürü olan istiğfarlarımızla Rabbimizin et-Tevvâb ismine sığınmaktır. Bizlere ebedi kurtuluş vaad edenlere itibar etmemektir. Kurtuluş beratımızın Kur’an’ın rehberliğinde, Peygamberimiz (s.a.s)’in örnekliğinde geçirilen bir ömür neticesinde sadece Rabbimizin rızasına bağlı olduğunu unutmamaktır. 
Yine Rabbimiz,  Hz. İbrahim’in dilinden bizlere öğrettiği  şu dua ile seslenmek istiyoruz: “Ey Rabbimiz! Bizlere katından hikmet bahşet! Bizleri salih kimseler arasına kat! Ardımızdan gelecek nesiller arasında bizleri iyilik ve doğrulukla anılanlardan kıl! Bizleri naîm cennetinin varislerinden eyle! İnsanların diriltilecekleri gün bizleri rezil-rüsva etme Allah’ım!” Amin…Kazancınız bereketli, Cumanız mübarek olsun.