SICAK yaz günlerinin gelmesi kasabada heyecanla beklenirdi. Memleketin her yerinden insanlar gelir, kasabalının kıymetini bilmediği denizin bütün nimetlerinden faydalanırlardı. Kasaba halkı yetiştirdiği ürünleri yüksek fiyattan satar, bundan da keyif alırlardı. Kış günleri için "kumar" sermayesi buradan çıkardı. Tatil için gelen genç oğlanlar kasaba kızlarının aklını başından alır, derin derin "ah" çektirirdi. Kasaba erkeklerinin yıl boyu kaba görüntüsüne maruz kalan kız kısmı bir nebze nefes almış olurdu. 
İffet Hanım böyle zamanlarda endişeye kapılırdı. Kızlarını sürekli takip eder, şehirden gelmiş oğlanlardan uzak tutardı. Kızlarının "kirletileceği" ve kasabanın diline düşmek korkusu uykularını kaçırırdı.
Kirletmek diye bir tabir vardı o zamanlar, buruşmuş bir mendil gibi bir kenara atmak da denilirdi. Temiz olmak çok önemliydi, nasıl ki bir bardak sütün üstünde karşılaşılacak minik bir sivrisinek mide bulandırıyorsa, eline el değmiş olması büyük kabahatti ve ahalinin midesini bulandırırdı. Kirletilen kıza bir daha kimse bakmaz, yuva kuramaz ve toplum onu kirli olanların yanına itelerdi. Evet toplumda kirli olanlar için ayrılmış bir bölüm de vardı. Kirli olanlar başka bir muhite yerleşir ve toplumun temiz olan er kişilerine hizmet verirlerdi. Bu tarz evlerde yaşayanlar kirli iken o eve müşteri olarak girip çıkanlar hep temiz kalırdı. "Necasetle uğraşırsan eline bulaşır" sözü burada geçerli değildi, "murdar et" yemeyen memleketimizde.
Bir yaz mevsiminde başladı İffet Hanımın çilesi. Büyük kızı Zerafet sahil boyunda karpuz satmaya çıkmıştı. Dilim dilim karpuz dağıtırken göz göze geldi yakışıklı bir delikanlıyla. Ama nasıl bir göz göze gelmek. Yıldırım çarpmışa dönmüştü Zerafet. Delikanlı aklını başından almıştı. Uzun boyuyla uzandığı kumsalda eski Yunan Tanrılarını andırıyordu. Karpuzları bitirdiğinde eve dönüp, yatağına uzandı ve başladı hülyalar kurmaya. Beyaz atı olup olmadığı belli olmayan bu delikanlıyı bir prense benzetti. Atına bindirip götürecekti Zerafeti buralardan, elini sıcak sudan çıkarmayacaktı, gerekirse hizmetçi tutacak, onu prensesler gibi yaşatacaktı. Hülyalar içerisinde uykuya daldı, rüyasında da devam etti delikanlının etkisi. Sabah olup da uyanınca ilk işi sahile gitmek olacaktı. Göz göze gelmek için fırsat yaratacak, böylece delikanlının dikkatini çekecekti. Filmlerde görmüştü benzer bir çok hikayeyi. O hikaye bugün kendisi için gerçeğe dönüşecekti.
Sabahtan giyinip, saçlarını tarayıp çıktı, bilemezdi o evden masum olarak son çıkışı olduğunu, bilemezdi o günün hayatının dönüm noktası olduğunu. İncilin bir yerinde 'biz sizi kurtların arasına kuzu diye gönderdik' der. Bir kuzu edasıyla gitmişti o gün sahile ve İncilin ne dediğini bilmiyordu, sahilde kendisi gibi kuzular olduğunu düşünüyordu. Işıltılı romanlarda anlatıldığı gibi bir aşka koşuyordu aklınca. Aklınca pembe panjurlu evin tuğlasını sipariş etmeye gidiyordu, halılar da İran'dan gelecekti. Bahçesinde kavun karpuz değil çiçek yetişecekti ve müstakbel prensi ona her sabah bir gül verecekti.
Masumiyet de bir çeşit cahilliktir. Herkesi kendisi gibi görüp tedbir almadan gezinen kimseye de masum denir. Masumlar toplumda küçük bir azınlığı oluşturur. Hiç kimse sonsuza kadar masum kalamaz, aldığı bir darbeden sonra masumiyet kaybolur ve kuzular kurda evrilir. Böylece her insan bir avcıya dönüşür.
Zerafet, kendini göstermeyi başarmıştı delikanlıya. Etrafında sürekli dolaşıp ilgisini çekmiş ve bu ilginin belirtisi olan bir gülümsemeyi farketmiş, gözleri parlamıştı. Karşılık bulabilmişti içindeki ateşe, ince hastalığa tutulmadan kavuşabilecekti sevdiğine. Delikanlı gözlerini bir an olsun ayırmadı Zerafetten, dikkatlice süzüyor her halini takip ediyordu. Bu durumu bilen Zerafet ise bütün güzelliğini sergiliyordu. Aşkı karşılık bulmuş her kadın güzel, her erkek yakışıklı hisseder kendini. Yakışıklı çocuğa arkadaşları hitap ederken duymuştu adını "Tarık". Arkadaşlarının eğlenceye çağırmalarına aldırmayan Tarık, onların gitmesiyle sahilde yalnız kalmıştı. Bunu fırsat bilen kız buz gibi su ikram etti. Tarık'ın dudaklarından bir teşekkür cümlesi çıktı ve bu cümle o kadarla kalmadı. Bir kıza söylenebilecek bütün iltifatlar peşpeşe sıralandı. Zaten vurgun yemiş gibi bir eksende dolanıp duran Zerafet'in aklı bu dünyayı terketti. Oturdu sevdiğinin yanına, daha yakından hissetti aşkını. Çok detaya gerek yoktu, avı ayağına gelmiş her hayvan gibi onu yemek için acele etti Tarık. Bir kaç saat sonrasında sahilin uzak köşesinde, kayalıkların arkasında vedalaştılar ve sözleştiler ertesi gün için. Beraber şehre gidecekleri, nikah kıyıp düğün yapacaklardı. 
Prensesler gibiydi Zerafet, masaldan masala koşuyordu aklı. Eve gelip ertesi günün düşünü kurarken uymumuştu. Rüyasında bir  kaplan gördü, bir ceylanı parçalamıştı. Yemyeşil çimenlerin üstünde kan vardı. Korkuyla uyandı, sabah olmuştu. Kahvaltı edip sahile koşmuştu. Bir sürü insan vardı sahilde ama bir kişi eksikti. Tarık yoktu. Akşama kadar bekledi Zerafet, çok akşamları bekledi. Sararıp solup bekledi. Kimse gelmedi. Onun bu bekler hali hemen konuşuldu kasabada. Kasabalı bilirdi bu halleri ve kasabalı bu hallerden çok görmüştü.   (Devam edecek)