''Develer tellal iken, pireler berber iken'' diye başlayıp, ''Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken'' diyerek devam eden masalın girişgahında, sessizlik hakim olurdu, ninenin veya dededinin etrafını saran çocuklar arasında...
Hikayenin sonrasında deve kervaları ile çıkılırdı yola, kaf dağı aşılırdı kuş kanadında. Yaslanırdı yağız bir oğlan ağacın gövdesine, hayaller kurarken sevdiceği ile ilgili uyuyup kalırdı, oracıkta. Yaslandığı ağacın meyvesi düşünce kafasına, uyanırdı hışımla...
Kel oğlan, keleş oğlan hoplayarak zıplayarak çıkardı sokağa, omuzunda heybesi, elinde anasının ''Hadi var git sat bunu da un al getir'' dediği, tavuğuğuyla. Yol alırken şehre doğru, söylerdi ''Ben bir garip kel oğlanıp'' diye başlayan bir türkü...
Nasrettin Hoca binerdi eşeğine ters, komşusundan aldığı kazana önce yaptırırdı doğum, sonrasın da öldürürken, tavşanın suyunun suyunu ikram ederdi, arsız komşusuna  ''Ders olsun'' düşüncesiyle...
Ali Baba vardı, bir de çiftliği. Çitlikte yaşardı, eşeği, tavuğu, hindisi, horozu, kazı, cücüğü, iti, köpeği. Ders niteliğindeydi her birisi...
Güldürürken düşündürür, düşünmekten korkmayanları...
Develer tellal olup da, sokak sokak dolaşıp, ''Haşmetin handa adam da beş kuruş, eşek de beş kuruş'' diye bağırdı mı?...
Pireler berber olup, yaşam alanı olan kılları kökünden kazıdı mı?...
Orası meçhul...
Ancak, bir zamanlar çocukların dinlemeden uyumadıkları masallar, hikayeler, fıkralar tarihin tozlu sayfalarına havale edilirken, günümüze ''Nostaljisi'' kaldı...
O yüzdendir, ''Bozok Bereket Kervanı'' adlı etkinliğe, Nevşehir'den kiralık iki deve getirilirken, develere yol gösterecek eşekler unutuldu. O nedenle de kervan yola günümüz teknolojisi ile davul-zurna eşliğinde çıkarıldı. Bizlere de ''Karagöz ile Hacivat'' gölge oyunu gibi bir eğlence çıktı.
İbişimiz vardı, kel kafasında kavuğu, olmayan pala bıyığını sıvazlayarak çıkardı, ''Er meydanı'' dediği sahneye, doğaçlama sıralardı birbiri ardına söyleyeceklerini, kopardı bir kahkaha fırtınası...
Sahne tarihimizde önemli bir yere sahip orta oynunun kahramanı İbiş ilham vermiştir ''zaar ki'' diyerek, zevkle izlerken tiyatro sanatçısı Burak Öngel'in can verdiği ''Çelebi Emmi''yi, yapıyoruz mazide küçük bir gezintiyi...
Bir Ramazan ayının geldik bir hafta sonuna...
''Sürçü lisan ettiysek affola'' diyerek, yazıma son noktayı koymadan, ''Ne olacak bizim hallerimiz!'' demeyi çok isterdim amma, hepsi ortada. ''Çalsın sazlar, oynasın kızlar!'' misali, çalıyoruz kendimiz, söylüyoruz kendimiz, dinliyoruz kendimiz, oynuyoruz kendimiz, alkışlıyoruz kendimiz...
Kendisi çalıp, kendisi oynayanlara bu memlekette pek iyi gözle bakmazlar ama çalarken söyleyen, söylerken de kıvıttırana iyi alkış tutarlar.
Kalın sağlıcakla...