Ben bu üçlüyü bir arada hatırlayınca geçmiş yıllarda Yozgatımızda yaşanan erkek eğemenliğinin derecesini hatırlıyorum.
    Kısık sesle yüzü yerde hizmet eden taze gelinler, evin tüm işlerini üstlendikleri yetmiyormuş gibi hiçbir aferin alamayacaklarının bilincinde ve kaderciydiler.
    En ufacık hata veya gecikmenin cezası dayaktı. Büyüklerimiz bunu onaylıyor ve “Avrada yüz verilmez” diye perçinleştiriyorlardı.
    Eee Büyüklerimiz böyle diyorsa yalan mı yani, Böyük sözü bu…
    Herif sırtında kollarını takmadan kabadayı vari giydiği pardüsü, elinde püsküllü tesbih, ağzında sigara, bakışları hırçın ve surat ekşi bir vaziyette aslan gibi kapıdan  içeri girigirmez avrat apırcın olurdu.
    Hemen eyağsi galın yobaz adamın sırtından paltosunu alır kapının ardına takar, kül tablası yetiştirir, sobada tuğüldeyen suyu ılıştırarak ırbığa kor, el ilağani  ve peşgırı da alarak ayak yıkama organizasyonu hazırlardı.
    Aslanının ayaklarını iyice bi üfeliyerek yıkadıktan sonra peşgırınan gurulardı.
    Gurulamanın avrattan önce fakına varan erkek ön gıçıynan avrada kahar ve gotüstü devirirdi. “yeter lan eşek sıpası, gastir” der, hemen avrat el ilağanindeki suyu eşikten avluya atar, peşgırı gapının ardına asar ve kısık sesle aslanına “garnın açmı gurban olduğum” derdi.
    Aç veya tok, yine azgın ve huzursuz bir sesle “hastir lan ne acı veya tabi lan gavur tohumu bide soruyonnu” falan gibi durum beyanında bulunurdu.
    İşin kötü tarafı kaynana, kayınbaba ve evdeki diğer horanta bu durumu o kadar doğal ve yerinde karşılardı ki, şiddet, hakaret ve ezici yumuşlara hiçbir uyarıda bulunmadıkları gibi memnuniyet ifade eden yüzleriyle gazma oğullarına birde gaz verirlerdi. Geçtiğimiz günlerde Yozgat-Sorgun arasındaki Yimpaş tesislerine uğradık. Kültürümüzün onur veren aksesuarlarından biride köy odalarıydı.
    Oda sahibi gelen kalabalığa ikramlarda bulunur, dahada kalabalık gelmeleri için güler yüzünü, tatlı dilini ve cömert ikramlarını esirgemezdi.
    Her yerde köy odaları olur, hane sahiplerince misafir ağırlama yarışları yapılırdı.
    O zamanlar beş yıldızlı oteller yoktu ama yedi yıldızlı hürmetler ve itibar vardı.
    Sembolik köy odasına girdik. Kapının arkasında peşgır asılı. Suluklukta el ilağani duruyor. Irbıh (İbrik) sobanın boğründe..
    Halı yastıklar, yün minderler, duvar dolabı, gadeler, çaydanlıklar, sumat tahtası, sufra bezi, bıcahlık, çırahmanlık… Allahım Yarabbim. 
    Kim düşünmüş, kim yapmış bu odayı.
    Eline, zekasına, kesesine Allah bereket versin. Onurlu Yozgat kültürüne en güzel hizmet en güzel detay…           
    Şöyle bir baktım ırbıh, el ilağani ve peşgır üçlemesine. O zamanlar çocuktum. Her eve sığar her ızdırabı görürdüm. Hıçkıra hıçkıra ağlayan gelinler, keyifle gülen ev horantası, köle gibi kullanılan el kızları.            
    Sinir, stres ve azarlar sayesinde dikiş iğnesine dönerlerdi zavallı gelinler.
Guru gelin, pıçah-kemik benzetmesi ve arıh, emlik, uyuz, sünepe, kepezli, duluğu sirkeli vs. tüm aşağılayıcı laflar o biçarelere  söylenirdi.
    Belkide bu üçlemeyi gören o zamanın gelinleri burnundan soluyorlardır. Erkekler ise o hizmetlerin hayali ile iç geçiriyorlardır.
    Ne dersiniz…