HERKESİN de bildiği gibi öğüt, “bir kimseye yapması ya da yapmaması gereken şeyler için söylenen söz”dür. Günlük yaşantımızda sık sık karşılaştığımız bir durumdur bu. 
Öğüt, yaşça büyüklerin başvurduğu bir eylemdir. Çünkü yaşça büyükler, kendinden küçüklerden daha deneyimlidirler. Yaşadıkları birtakım olaylardan çıkardıkları olumlu ya da olumsuz dersler vardır. Bu dersleri kendilerinden küçüklere aktararak onların yanlışa düşmelerini önlemek isterler. Öğüt vermekteki amaçları budur.
Öğüt verenin öncelikle davranışlarıyla bunu doğrular nitelikte olması gerekir. Kendisi sigara içip de bir başkasına içmemesini öğütleyenin inandırıcılığı söz konusu olabilir mi?.. La Rochefacauld’un deyişiyle, “Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur.” Malcolm’un, ”En iyi öğüt örnek olmaktır.” sözü de aynı doğrultudadır.
Umarsız, duyarsız, bilgisiz, kafası çalışmayan birine öğüt vermenin anlamı yoktur. Bakınız böyle kişiler için ne güzel yorumda bulunmuş Mevlana: “Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak toprağa tohum atmak gibidir. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama tutmaz.”
Kendini beğenenler, büyüklenenler de öğütten hiç hoşlanmazlar. Karşımızda böyle biri varsa ona öğüt vermenin bir anlamı yoktur. Çünkü onlar her şeyi bildikleri, kusursuz oldukları konusunda ön yargılıdırlar. Lermontov; “Kendini beğenmiş kimselere öğüt vermek, rüzgâra karşı ıslık çalmak gibidir.” diyerek bu ön yargıyı kırmanın neredeyse olanaksız olduğunu vurgulamaktadır.
Zaman zaman kötü içerikli öğütlerle de karşılaşılabilir. Bunlar aracılığıyla insanlar yanlış yönlendirilir. Bu konuya örnek pek çok atasözümüz vardır:  
“Etliye sütlüye karışma.”
“Eneğine enek, nene gerek?”
“Dilini tut, yahniyi yut.”
“El öpmekle ağız pis olmaz.”
“İtle dalaşmaktansa çalıyı dolan.”…
Atasözleri de olsa bu öğütleri doğru kabul edip uygulamak yanlıştır.
Öğüt vermek, bazı insanlar için alışkanlık ve tutku durumuna; başka bir deyişle hastalığa dönüşmüştür. Böyle kişiler, çevresindekilere yerli yersiz öğüt verip dururlar. Bu yanlış bir tutum değil midir? Söz konusu tutumları nedeniyle aslında bu tür kişilerin kendilerinin öğüde gereksinimi yok mudur?.. Lord Halifax, böyle kişiler için diyor ki: “Eğer karşınızdaki öğüt vermeye bayılıyorsa bilin ki en çok onun öğüde gereksinimi vardır.”
Şurası bir gerçek ki, öğüt, aslında ve genellikle insanları doğru yönlendiren olumlu sözlerdir. Ancak ne denli doğru ve güzel olursa olsun sık öğüt verilmesi, çoğu kez insanı bıktırıp rahatsız eder. Kişi; öğüt almak yerine, somut çözümler bekler sorununun çözülmesi için.
Ben öğüt verilmesin, demiyorum. Kuşkusuz ki yerine gelince, gerektiğinde öğüt verilecektir. Ancak öğüt vermenin yetersiz kaldığı, öğüde uyulmadığı bazı durumlarda söz konusu kişinin büyük bir zarara uğramaması ya da bir tehlikeyle karşılaşmaması koşuluyla yanlışa düşmesine izin verilebilir. Çünkü kimi zaman yaşanan olumsuz bir deneyim, öğütten çok daha etkili olur. Kişi, karşılaştığı bu olumsuzluktan gereken dersi alır ve bir daha aynı yanlışa düşmez.  Tom Robbins  bu konuda şöyle diyor: “Verilen hiçbir öğüt, yenilen bir kazık kadar öğüt verici değildir.” Bizim de aynı konuda güzel bir atasözümüz vardır: “Bir musibet bin nasihatten yeğdir.” Doğru değil mi?..
İnsan var oldukça öğüt de var olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Önemli olan, verilen öğütlerin amacına ulaşmasıdır. Havada kalan, uygulanmayan öğüt, havanda dövülen su gibidir; dolayısıyla hiçbir yararı olmaz. 
Öğüt verilen kişiye düşen en önemli görev, bir öz eleştiri yapması ve bu çerçevede davranmasıdır. Kendisine bir öğüt verildiğine göre, ya davranışlarında bir sorun vardır ya da bir yanlış yapma olasılığı söz konusudur. Hz. Ömer’in de dediği gibi, “Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde, uyardığınız hâlde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur."