Her zamanki  gibi  gene  buluşacaklardı.  Halis’in  evinin önünden geçerken  anasını  gördü  ve  ürkek!..  bir  kuş  gibi  yaklaşarak:
 “nasılsın  teyze  verin  elinizi öpeyim” dedi demesine  ama  nasıl  bir  tepkiyle  karşılaşacağını  hiç  bilmiyordu.  Teyze  bir  anda  çok  kötü  bir  kaynana!...  gibi  açtı  ağzını!...  yumdu  gözünü , yer  yüzünde  ne  kadar  kötü  laf  ve  cümle  varsa  sırasını  bozmadan  hakaret!...  olarak  saydı. Sinem!...  hiç  beklemediği  bu  hakaretvari  cevaplar  karşılaşmalardan  şoka  girerek  nereye  gideceğini  bir an  unutarak  tekrar  evine  gitti  kanepeye  hafif  sekilenerek  ellerini de  yüzüne  kapatarak  hıçkıra  hıçkıra  ağlıyordu  bir  taraftan da  hafif  mırıldanarak;
  “teyzeciğim  ben  sana  ne  kötülük  yaptım  bu  hakaretlere  layık  değilim” diyor  ve  hıçkırıklarını çoğaltıyordu. Sinem’in  arkadaşı  Serap  geldi  ,bir anda  ayaklanarak  gözündeki  yaşlara  şöyle elinin  tersiyle  sildi. Serap  endişeli bakış ve cılız ses tonuyla:
  “hayırdır  abla  sen  ağlamışsın  boşuna  saklama  göz yaşlarını” dedi  Sinem  çekingen   tavırlar ve titrek ses tonuyla;
“yok  nerden çıkarıyorsun” dedi. Serap  “ben  seni  tanımıyor muyum sanki  söyle gene kim  ne dedi” diye  Sinemi  sıkıştırıyordu. Sinem  derin  bir  off!... çekerek  bu  seferde  yere  oturarak  hıçkırıklarını yeniden tazeledi  ve  olup  bitenleri  bir  tespih  boncuğu  gibi  tane tane  anlattı.  Serap  duyduklarına  inanamayarak  bir  o  kadarda  ürkerek  duyduklarıyla  etkilenip  oda  yere çöktü  ve  birlikte  ağıt  yelleri estiriyorlardı.
Yeller  bir  ılık  bir soğuk  ve acı acıda  olsa  esiyordu  kuşlar  ötüş  namelerini  değiştiriyor  kumru  güvercinler  sabah  konserini  erteliyordu  çünkü  sevgi  sevda  yaşları  bir  şelale  sesi  gibi  her  sesi  kaplıyordu.
 İnsanın  yaradılışında  gönül  bağında  yeşerip  büyümesi  için  çeşitli  duygular  verilmiş  bahçıvanlığını da  o  kişinin iradesine!...  bırakılmıştır.  Kimisi  gönlüne  ekilen  sevgiyi değil de kinini!..  besler  büyütür,  ve  hasetliğini de katarak  onunla  mutlu  olur.  Kimisi de  gönlündeki  saygı  ve  Sevgisini  büyük  bir  özenle  besler  yaşamına  güzellikleri  cömertçe  önce  kendinde  sonra  tüm  canlı  varlıkla  paylaşır  bu  yüzden  hep  deriz ya  “kim  ne  yaparsa  kendine  yapar”  bu  cümle  her  şeyi  nede güzel  anlatıyor.
Sevgisiz  yetişen  bir  insan  önce  kendine  ve  çevresindeki  her  şeye  öfke  ve  hasetlikle  bakarak  bu  şekilde  davranır  ve  bunu da  güzellik!...  olarak  görür  bir  taraftan da
 “ben  sevdiğimden  böyle  yapıyorum” der  çevresindekileri ne  acı  çektirerek  mutluluk  naraları!..  ile      mutlu  olduğunu  sanarak  yaşamaya  devam  eder çünkü  onun  Sevgi!...  anlayışı  bu  olmuş  artık.  Kimisi de  o  anlayışının  yanlış  olduğunu  erken  fark ederek  gerçek  Sevgiye  döner.
Halisin anası da  sevgisiz!...  büyüyenlerden  biriydi  bu  yüzden  hasetlik  ve  kıskançlık  duygularını  cömertçe  beslemiş  ve  yeşertmişti,  nerede  bir  seven  var ise  onu  kıskanarak  duruma  göre  değerlendirirdi  sessiz  kalmak  gerekiyorsa  çıtını  çıkarmazdı  pusuya yatmış bir kurt!..  gibi  ilk  fırsatta da  kıskançlılığını  öne  çıkararak  devirip  dökerdi. Devirip dökmenin bazen  tedavisi  oluyor  yeniden  Sevgiye  ulaşıp  doldurmak  gibi    dökmek  ve  kırmak  ise  bir  işin  içinden  çıkılmaz  hal  almasına    neden oluyordu.  O  zamanda  bir  insanın  yedisinde  ney ise  yetmişinde de o  diyerek  bu  hoş  olmayan  cümle  yaşamında  yerini alıyordu.
Peki  Sevgi  Sevgi  diyoruz,  neydi ki  bu  Sevgi  nasıl  bir  şeydi?  bu  bir  insanı  ya  “İnsan”  ya da  sevgisiz  kalınca  insan  kılığında  “hayvan” olarak  vahşileştiriyordu.
 İçinizdeki “irade’yi  nasıl kullandığınıza bağlı  tercihiniz sizin elinizde  ya  iyi ve hayırlı şeylerde kullanıp  İnsan  olacaksınız yada  kötülüklerde kullanıp  hayvani  bir yaşam!..  süreceksin. İradenizi  bilinçli  sağlıklı  biçimde  beslemezseniz  cılız kalır  ve  o zamanda  sağa  sola  yalpa  yaparak  ve  çok  basit  konularda  bile  aceleyle  verilen  karar  ve  tepkilerde  yanılma  imkanı doğuruyor  bu yüzden  ilk  önce  “irade”  denen  mekanizmayı  iyi  ayarlamak  gerekiyor  yani  çok  okumak  seyahat  beslenmeye  dikkat etmek  ve  yaşam  tarzı  eğitim  vs.
Bakın  Prof. Dr  Alaâddin Başar İradeyle  ilgili neler diyor   Küllî irade , sonsuz işleri birlikte dileyebilen ilâhî iradedir. Cüz’i irade ise bir anda ancak bir şey dileyebilen, iki şeye birlikte taallûk edemeyen insan iradesidir.
İnsan bedeninde yüz trilyon kadar hücre olduğu söyleniyor. Her hücrenin de nice fonksiyonları var. İnsan, bir anda iki şey irade edemezken, bedenindeki bu sayısız faaliyetleri nasıl izah edecektir? Demek ki, insan kendine malik değil. O bir kuldur  yani  “İnsan”. Bedeni, küllî bir irade ile tanzim ve idare ediliyor.
Gafletten kurtulup gerçeği bulan bahtiyar kullar ise şöyle düşünürler: “Madem ki, hiçbir organım, hiçbir hücrem başıboş değil, öyle ise ben de başıboş olamam! İç âlemimde cereyan eden bütün işler hikmetli ve faydalı. O halde ben, irademi doğru kullanarak ne dünyama ne de âhiretime fayda sağlamayan boş işlerin peşinde koşmamalıyım. Bedenimdeki her hücre, semadaki her yıldız ve kâinattaki her sistem küllî bir irade ile hareket ettiklerine göre, ben de cüz’i irademi o küllî iradeye uygun olarak kullanmalıyım. Kulluk görevimi aksatmamalı, ibadetimi eksiksiz yerine getirmeliyim. ”
Sonra, düşüncesini genelleştirir: Ben kendi iç âlemime karışamadığım gibi, ağaç da kendi içinde işleyen fabrikanın gerçek sahibi değil. Ve o tezgahın muntazam çalışması onun kendi hüneri değil. Şu ağacı elma, bunu da armut verecek şekilde programlayan bir hikmet, bir kudret, bir ilim var. Ve yine, ben kan nehrimde akan alyuvarlardan ve akyuvarlardan habersiz olduğum gibi, deniz de içindeki balıklardan habersiz. Sema da yıldızlarını tanımıyor. Saçımı kendim yapmadığım gibi, ağaçlar da yapraklarını kendileri takmıyorlar. Ormanlar, dağın hüneri değil. Güneş de gezegenlerine sahip çıkamaz.
İşte kâinatta meydana gelen bu sonsuz işler, birlikte nazara alındığında, küllî ve mutlak bir iradeyi açıkça gösterirler.
Şöyle bir düşünelim: Bu âlemde birbirinden farklı ne kadar çok fiil birlikte icra ediliyor! Her an, mikroplar âleminden, bakterilerden, al ve akyuvarlardan, böceklerden, kuşlara, insanlara varıncaya kadar nice canlılar ölümü birlikte tadıyorlar. Onların yerleri ise, boş kalmıyor. Bir o kadar, hatta daha fazla varlık dünya ile tanışıyor.
Yine sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok canlı hastalanırken, aynı anda bir o kadarı da şifâ buluyor. Niceleri İnsancıl  tercih  edip  izzete doğru tırmanırken, niceleri de hayvanlaşarak  zillete düşüyorlar.
Kimileri henüz yemeklerini yerken, başkaları açlığa yaklaşıyorlar. Her biri bir ilâhî ismin tecellisini gösteren böyle sonsuz ve birbirinden farklı, hatta çoğu zaman birbirine zıt fiilleri birlikte icra etmek, ancak küllî bir iradenin işidir.
İşte insan o cüz’i iradesini ölçü tutarak ve onun aczine, noksanlığına bakarak bu sonsuz icraatları hayret ve hayranlıkla düşünür; imanı kemâle erer  ve  İnsanca  yaşamı tercih  eder.  Selam ve dua’larımla.