Yozgat’ta da baharın gelişini kutladık, formaliteden ibarette olsa...
Önce Bozok Üniversitesi Erdoğan Akdağ Kampüs Alanı içerisindeki yemekhane önünde, ardından da Kültür Müdürlüğü Salonu’nda...
Aslında çoğumuz bilmiyoruz, neyi nasıl kutladığımızı. Bir de işin içerisine ‘‘Resmi Kutlama’’ programı girince, iş tamamen formalite ile sınırlı kalıyor...
Hani bir şarkı vardı, dillerden düşmeyen ‘‘Bizler mi yaşlandık, yoksa bayramlar mı eskidi?’’ diye.
Bizler yaşlanıyoruz, bayramlar eskiyor. Bu eskimişlik ve yaşlılık, zaman içerisinde yok ediyor, geleneklerimizi, göreneklerimizi. 
‘‘Teknolojiye yenik düşüyor’’ bir çok değerlerimiz ama yozlaşan kültürümüz içerisinde boğuluveriyoruz, formaliteleri yerine getirirken yaptığımız yanlışlıklar, sonrasında yok olmanın habercisi oluyor, çoğumuz farkına bile varmadan...
Yanılmıyorsam bundan 5-6 yıl önceydi, Cumhuriyet Bayramı töreninde fotoğraf çekememekten yakınmaya başladığımda. Her ne kadar alay konusu yapılmış olsa da meslekdaşlarımız tarafından, sanırım şimdi anlamışlardır, ne demek istediğimi...
O günlerde ‘‘Bayraksız’’ kutlanmaya başlanılan Cumhuriyet Bayramı törenleri, şimdilerde hiç kutlanmama gibi bir noktaya süratle gidiliyor...
Yozgat’ta ‘‘Nevruz’’ kutlamaları geçmişte daha etkin kutlanırdı. İnsanlar Çamlığa giderler, kimileri dere kenarlarında piknik yaparlardı.  Resmi tören öğleden önce Cumhuriyet Alanı’nda yapılır, öğleden sonra insanlar, kendilerince eğlenip, kutlamalar yaparlardı, soğuk havaya rağmen bu gelenek sürdürülürdü, her ne kadar örs üzerinde demir dövülmesede, baharın gelmesinden duyulan mutluluk yaşanırdı. 
‘‘Çiğdem’’ etkinliğide aynı günlere denk gelir...
Çocuklar topladıkları çiğdemleri bir çalı üzerine dizip, kapı kapı dolaşarak, ‘‘Çiğdem çiğdem çiçecik/ ebem oğlu köçecik/ yağ verenin kızı olsun/ bulgur verenin oğlu olsun’’ denilerek, söylenirdi maniler... 
Kızı olmasını isteyenler yağ, oğlu olmasını isteyenler bulgur verirlerdi çocuklara, bir miktar... 
Toplanan bulgur ve yağ ile yapılırdı, mahallenin meydanında kazanla pilav... 
Sonra kaşıklanırdı çiğdemli bulgur pilavı, tahta kaşıkla, eş, dost akraba... 
Sonrasında çocuklar, kazan içerisinde bırakılan bulgur pilavını evlere götürüp, komşulara, eğlenceye gelemeyenlere birer kaşık dağıtırdı, tadımlık...
Hemen her mahallede yapılırdı, çiğdem şenliği etkinliği...
Eğlenirdi mahalleli, doyasıya...
Nerede şimdi o günler...
Nerede şenlikler...
Nerede benim, senin çocukluğun... 
Hepsi mazide kaldı, birer ikişer, sahip çıkamadık hiç birisine...
Onun için yok oldu bizim bildiğimiz şenlikler, etkinlikler, gelenekler, görenekler...
O nedende formaliteden öteye gitmiyor, Nevruz kutlamaları gibi, diğer etkinlikler, gelenekler...
Bu yüzdendir, silahların gölgesinde kutlanıyor, Nevruz Bayramı şenliksiz...
İnsanlar ‘‘Kardeşliği, sevgiyi’’ unutmuş...