ELİNİ alnına yerleştirip, siper yaparak, gökyüzüne bakardı çifçi, ''Fazla devam etmez, birazdan rahmet başlar'' derdi. Mübarek sanki meteoroloji gibiydi. Öğretmen, sınıfta sıraların arasında dolaşır, gözüyle sırasında oturan çocukları süzer, sonra masasına geçip, sınıfı tekrar toplu halde süzerdi. ''Bu çocuk adam olacak, mühendis, mimar, doktor, çiftçi olur'' diye mırıldanırdı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Mesala belediye başkanları vardı, ''20 sene sonra bu yol yetmez, 50 seneye kalmaz susuzluk başımıza bela olur'' derdi. Kimisi gülerdi ama sonuç üç aşağı beş yukarı tam çıkardı. ''Müneccim mi ne!'' derlerdi. Şimdilerde var mı? böylesi. Varsa bile istisnadır, kaideyi bozmaz, diyelim.
Günümüzde bırakınız daha ötesini, bir adım sonrasını bile göremez duruma geliverdik. Halbuki bu topraklar verimli, bereketli topraklardır. Toprak dedimse, sadece tarıma dayalı ürünlerden söz etmiyorum elbette, kafası çalışan, öngörüsü sağlam insan da yetişir bu topraklarda. Ama toprağa attığımız bir halbur tohumdan, bir avuç bile ürün alamaz hale geldik ''Neden?'' diye soramaz olduk.
12 Eylül sonrasında başladı, devamında da devam etti, özelliştirme furyası. Kimse dur demedi, ''Eğitim, sağlık, ulaşım, sanat,  kültür de özelleştirme olmaz'' diye. Öğrencinin ''Müşteri'' olduğu bir ortamda, ''Bu çocuk ne olur?'' sorusunun yanıtını, ödediği bedelle aldığı not üzerinden değerlendirir olduk. ''Hastayım'' diyenin ''Müşteri'' olarak kabul edildiği kurumda ''Tedavi'' yerine ''Bu hastalıkla yaşayacaksın!'' uyarısı normal değil mi? Gökyüzüne bakmaktan korkan çiftçinin üretimden kar edememesinin neresi 'anormal!', oturup bir düşünelim, isterseniz..