Kur’an-ı Kerim, yaklaşık on beş asırdır dünya semasına bir kandil gibi doğmuş; insanlığın önüne açılmış bir sofra, kendisine kulak verip uyanlar için bir rehber, hidayet ve şifa kaynağı olmuştur.  O  zamanda ve mekânda,  fertte ve toplumda, zihinde ve kayıtta, nakışta ve duvarda, dillerde ve ellerde  velhasıl bizzat  hayatın içinde olmuştur.  Ruhu başta olmak üzere insanda, en geniş ve en derin etkiyi bırakan bu mesaj, ilk inzal olduğu yer olan dağı bile Nurdağı yapmıştır. O halde Kur’an, esas muhatabı olan insan ve dahası kendisine iman eden bir Müslüman için ne ifade etmektedir? Hayatın neresinde yer almakta ve insanı kendisi ile nasıl bir ilişkiye davet etmektedir? Kutsal kitabımızın inzalinden bu güne bu ve benzeri sorular hep canlılığını koruyagelmiştir. Bu sorulara cevap sadedinde şu hususlar önem arzeder: Her şeyden önce Kur’an-ı Kerimi baştan sona okuyan yani onu hatmeden kişi, akabinde yaptığı hatim duasında şu ifadelerle, Allah tealaya  niyazda bulunur: “Ey Rabbimiz! Bizleri Kur’anla zinetlendir. O’nun ikramıyla ikram et. O’nun şerefiyle şereflendir. O’nun şefaatiyla cennetine ulaştır. Kur’an’ın hürmetine bizi, bu dünyanın kötülüklerinden ve ahiretin azabından koru. Bütün Müslümanlara da merhamet eyle. Ey Rabbimiz! Kur’an-ı Kerimi bize dünyada arkadaş, kabirde yoldaş, kıyamette şefaatçi, sırat üzerinde nur eyle. Senin ikramınla Kur’an bizi, bütün iyiliklere ulaştıran ve cennete götüren bir delil, ateşten koruyan bir perde olsun...” Dikkat buyrulacak olursa bu ifadelerle Rabbinin kapısına yönelen insan; Kur’an-ı Kerimi adeta burada kişileştirir ve özne haline dönüştürür. Böylece O’nu: Zinet, kerem ve şeref devşirdiği bir menbaya;  saygınlık ve itibar elde etmek istediği bir kaynağa; samimi bir arkadaş, yoldaş, şefaatçi ve nur’a; iyiliğe ve cennete götüren bir kılavuza ve ateşe karşı koruyacak siper eder.
     Kıldığımız namazların her bir rekatında okuduğumuz ve Kur’anın en temel surelerinden birisi olan Fatiha-i Şerife hakkında Peygamber Efendimiz (a.s.) şöyle buyurur: “Allah Teâlâ buyuruyor ki: Namazı ben, kendimle kulum arasında ikiye ayırdım. Yarısı benim, diğer yarısı da kulumundur. Kulumun dilediği kendisi için tahakkuk edecektir. Kul, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun dediği zaman, Cenab-ı Hak, “Kulum bana hamd etti” der. “Rahman ve Rahimdir” dediği zaman, Allah Teâlâ “kulum bana sena etti” der. “Din gününün sahibi” dediğinde, “kulum beni tazim etti” der.”Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz dediğinde, “işte bu ancak benimle kulum arasında bir husustur, kulumun dilediği kendisine verilecektir” der. “Bizleri doğru yola hidayet et, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil” dediğinde ise Allah Teâlâ “Bu da ancak kuluma ait bir husustur, dilediği kendisine verilir” buyurur. (İbn Belban, El-İhsan, no:776,I/54) Burada da Kur’an-ı Kerimi okuyan kişinin, Rabbiyle  bir diyaloğu ve  karşılıklı bir söyleşisi söz konusudur. Günde en az 17 defa namazlarda tekrarlanılan Fatiha sûresi, inanmış bir kulun Rabbiyle kurduğu sözlü temasın anahtarı gibidir.  
      Diğer taraftan, Kur’an’da geçen dua ifadeleri her Müslüman'ın kendi dilinden dökülen orijinal ifade ve talepler şeklindedir.  Bu dualar onları  okuyan kişiyi, okuduğu ayetleri kendisinin dışında bir şey olarak değil aksine içinde ve kendinden bir parça haline dönüştürür. Bu hal okuyucuyu, Kur’anın  tadı, rengi ve kokusuna büründürüverir. Bu durum sadece dua ayetlerini okuyanlar için değil, aynı zamanda Kur’anın bütünü için de söz konusudur. Peygamber Efendimiz (a.s.) bu hali şöyle tanımlamıştır: “Kur’an okuyan müminin tadı ve kokusu hoş olan meyve gibidir. Kur’an okumayan mümin ise tadı hoş fakat hiç kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’an okuyan günahkâr, kokusu güzel fakat tadı acı reyhan otuna benzer. Kur’an okumayan günahkar ise kokusu olmadığı gibi tadı da acı olan Hanzala bitkisine benzer.”(İbn Belban, a.g.e., no:770, III/47)  Ferdi bazda irtibata geçenleri bu şekilde değiştirip dönüştüren Kur’an, toplu olarak okunduğu yerlerde de mekanın havasını değiştirir ve oraya  Meleklerin inmesini sağlar:  “Bir topluluk Allah’ın mescitlerinden birinde toplanır Allah’ın kitabını okur, aralarında tedris ederlerse, mutlaka üzerlerine “sekinet” iner, rahmet onları sarar, melekler kuşatır ve Allah kendi katındakilere onlardan söz eder.(İbn Belban, a.g.e., had. no:768, III/45)
     Kur’an-ı Kerimin insanlık için önemi, Peygamber Efendimiz (a.s.) tarafından şöyle açıklanmıştır: “Kur’an’da sizden önce yaşayanların ve sizden sonra gelecek olanların haberleri vardır. Onda aranızda doğabilecek ihtilâfların hükümleri vardır. O, şaka değil, nihaî sözdür. Onu terk eden her zorbayı, Allah perişan eder. Onun dışında bir yerde hidayet arayanı Allah sapkınlığa terk eder. O, Allah’ın sağlam ipidir. O, zikr-i hakimdir, O, sırat-ı müstakimdir. Onunla oluşan istekler şaşmaz. Onunla konuşan diller dolaşmaz. Onunla uğraşan alimler ona doymaz. Onu sürekli okuyup, tekrar edenler bıkmaz. Onun harikalıkları tükenmez. Onunla konuşan doğru konuşur. Ona göre davrana karşılığına nail olur. Onunla hükmeden adaletle hükmetmiş olur. Ona çağıran, doğru yola çağırmış olur.” (Tirmizi, 46, Fedai lü’l-Kur’an, 14 (2906) V/172)