Bir gün, Hz. Peygamber (s.a.s.) çarşıya çıkmışlardı. Yanında da sadece on dirhem parası vardı.
Dükkânlardan birine girdi. Dört dirhem vererek bir gömlek aldı. Dükkândan çıktığında, yoksul bir kişi ile karşılaştı. Bu yoksul kişi, uzun uzun bir Hz. Peygamber’e bir de O’nun elindeki gömleğe baktı. İçini çekerek, titrek bir sesle:
“Yâ Rasûlallah! Böyle bir gömleğe benim çok ihtiyacım var” diye inledi. Hz. Peygamber Efendimiz, bu yoksul kişiyi tepeden tırnağa süzdü. Gerçek bir yoksul olduğunu anlayınca, elindeki gömleği ona verdi.
Sonra geri döndü. Alış-veriş yaptığı dükkâna tekrar girdi. Dört dirhem karşılığında kendisine yeni bir gömlek daha aldı. Dükkândan çıktığında sadece iki dirhem parası kalmıştı.
Yolda ilerlerken, yol kenarına oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlayan küçük bir kız ile karşılaştı. Ona yaklaştı. Mübârek elini, kız çocuğunun başına koydu ve saçlarını okşadı.  “Yavrum! Niçin ağlarsın, neyin var senin”? Diye sordu.
Aldığı bilgiye göre, bu küçük kızın bir câriyenin çocuğu olduğunu öğrendi. O devrin töresine göre, savaşlarda esir düşen erkekler köleleştirilir, kadınlar ise “Câriye” statüsü içinde hizmetçi hâline getirilirdi. Bu tür kişilerin toplumdaki yeri, hür insanlardan değişik olurdu. Hatta bunlar çarşıda-pazarda satılırdı.
İslâm temelde kölelik ve câriyelik sistemine karşıydı. Onların da insanî haklardan yararlanmasını öngörmekteydi. Bu bakımdan İslâm, köye ve câriyelere hoşgörü ile bakmaktaydı. İslâm onların hürriyetlerine kavuşmalarını esas kabûl etmişti.
Küçük kız, Hz. Peygamber tarafından gösterilen yakın ilgiden memnun kaldı ve dilinin bağı çözüldü. Konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Efendim bana iki dirhem vererek, çarşıya göndermişti. Ancak ben alış-veriş yapamadan bu parayı kaybettim. İsteneni alamadan eli boş olarak eve dönersem, efendim beni dövecek ve cezalandıracaktır. Bunun için ağlıyorum” dedi.
Hz. Peygamber, elinde kalan iki dirhem parayı ağlayan çocuğa vererek, gözyaşlarını silmesini ve bu parayla efendisinin istediği malı almasını önerdi. Ve yoluna devam üzere küçük kızın yanından ayrıldı.
Geriye dönüp baktığında, küçük kızın oturduğu yerden ayrılmadığını ve ağlamaya devam ettiğini gördü. Bunun üzerine geri döndü:
“Yavrucuğum! Kaybetmiş olduğun parayı size verdim. Efendinin istediği malları almanı tavsiye ederek size yol gösterdim. Daha ne diye gözyaşı döküyorsun?” diye uyarıda bulundu. Küçük kız:
“Evinize birlikte gidelim gel yavrum!” dedi. Çocuğu efendisinin evine götürdü. Eve vardıklarında, içeriye girmek için ev sahibinden izin istedi.  Ev sahibi, Hz. Peygamber’i sesinden tanımış. Ancak kapıyı açmakta biraz gecikme Hz. Peygamber’i endişelendirmişti. Hâlbuki ev sahibi O’nu ağırlama telâşına kapılmış, kapıyı açmakta geç kalmıştı. Ev sahibi kapıyı açtı. Hz. Peygamber’i güler yüzle karşıladı.
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.)    “Es-Selâmü Aleyküm” diye selâm vererek, içeriye girdi.  Ev halkı, Hz. Peygamber’in yaptığı bu beklenmedik ziyâretten son derece memnun kaldılar. Aralarında sevinç gözyaşları dökenler bile vardı.
Ev sahibi o kadar duygulanmış ve sevinmişti ki, Hz. Peygamber’in ziyâretine vesile olan câriye küçük kızı hemen âzâd eyledi. Yani onu hürriyetine kavuşturdu.
Peygamber Efendimiz de, küçük kızın hürriyetine kavuşturulmasından son derece memnun kaldı ve:  “Helâl yoldan elde edilen kazançlar, ne kadar da Hakk katında bereketli oluyor. Bizim on dirhemimiz de helâl kazanç olduğu için, hem bir yoksulu giydirdi. Hem bizim ihtiyacımızı karşıladı. Hem de şu câriye küçük kızı hürriyetine kavuşturdu.” Diyerek, Allah’a niyazda bulundu.
Hayati OTYAKMAZ