Hz. Ali hicri 40 yılının Ramazan ayında (661 Ocak ayı) maruz kaldığı bir saldırı neticesinde vefat ederken Kûfeliler, Hz. Hasan’a biat etmek istediklerini kendisine söylediklerinde o, yönetimin babadan oğula geçişi demek olan hanedan usulüne sıcak bakmadı. Bu münasebetle bu konuda onları serbest bıraktı, Kûfeliler kendi hür iradeleriyle Hz. Hasan’a biat verdiler.
Hz. Hasan, yönetimi devralmakla birlikte kendi döneminde Muaviye’nin idari ve siyasi denetimi altında bulunan Şam tarafıyla, olması muhtemel bir savaşta pek çok masum Müslüman kanının döküleceğini gördü. Çünkü Şamlılar kılıç zoruyla da olsa iktidarı devralmak için böyle bir hazırlığın içindeydiler.
Buna karşılık Kûfe bölgesinde Hz. Hasan’ın çevresindeki askerî birliklerin dağınıklığı ve aykırı tutumları ise dikkatlerden kaçmıyordu. Bu münasebetle yönetimin en üst mevkiinde yer almak bir dünyalıksa, bir mertebeyse, bir rütbeyse, hâsılı her ne ise Hz. Hasan bunların hepsinden vazgeçti.      
Hz. Hüseyin, 10 Muharrem sabahı, karşısındakilere dedesinden, şehitlerin efendisi Hz. Hamza’dan, Mute şehidi Hz. Cafer-i Tayyar’dan, ehlibeyt hakkında varit olan nebevî müjdelerden bahsetti. “Ben, Fâtıma’nın has oğlu değil miyim?” dedi. Kûfelilerin mektuplarına değindi.
Fakat karşısında kadir bilmez, dünya çıkarına boyun eğmiş, ikbal ve şöhreti tercih etmiş nadan bir topluluk vardı. Sadece Hürr b. Yezid, Hz. Hüseyin’e gelip özür diledi, onun yanında kaldı ve hiç ayrılmadı. Hürr, çok cesur bir adamdı. Çevresindekiler onu kınasalar da o, “Yemin olsun ki, öz canımı cehenneme atacak değilim! Elbette cennete girmeyi arzu ediyorum!” diyerek hangi safta, niçin durduğunu anlatmaya çalıştı.             
Kerbela hadisesi yaşandığında Hz. Hüseyin 57 yaşındaydı, bedeninde 33 mızrak, bir o kadar da kılıç yarası vardı. Yirmi üçü ehlibeytten olmak üzere 72 şehit vardı. Karşı taraf 88 kayıp vermişti. Benî Ümeyye ölüleri defnedildi, şehitler ise meydanda bırakıldı. Benî Ümeyye ordusu oradan ayrıldıktan sonra Benî Esed’den Gâdiriyye köylüleri gelip şehitleri defnettiler.
Ömer b. Sa’d, ehlibeytten geri kalanları ve Hz. Hüseyin’in kesilmiş başını getirip İbn Ziyad’a teslim etti, o da Şam’da bulunan Yezid’e gönderdi. Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in bu aziz torununa reva görülen muamele, doğrusu anlaşılır gibi değildi, hüzün verici ve göz yaşartıcıydı.
Hz. Hüseyin, takva sahibi bir insandı. Kur’an’dan haz alan, ayetlerin derin anlamları üzerinde düşünen, zühd ü takvasıyla tanınan ve Allah’ı zikretmeyi seven bir mümindi. Dedesinden öğrendiği hadisleri, dedesinin afalını, akvalını (davranışlarını ve sözlerini) insanlara aktarmada örneklik teşkil ediyordu.
Hz. Hüseyin ehlibeytin en gözdelerinden, Peygamber Efendimiz’in “dünyadaki reyhanlarımdan, çiçeklerimden” dediği, “Cennet gençlerinin seyyidi-beyefendisi” diye niteleyip müjdelediği mümtaz bir şahsiyetti… 
Sevgili Peygamberimiz’in gözbebeğiydi; “öpüp kokladığı”, dizine oturtup “ehlibeytimizden” dediği, ağabeyi Hasan, babası Ali, annesi Fâtıma ile birlikte Cenab-ı Hakk’ın kendilerini “günahlardan arındırıp tertemiz kılmak istediği mümtaz bir insandı. (Devam edecek)