ÇOCUKLUĞUMUZDA yaşlılardan cihan harbi yıllarını dinlerdik. Cephede savaş sürerken geride kalanların çektiği yokluğu, kıtlığı anlatırken gözleri dolar hatta ağladıkları da olurdu. Enver Gökçe dizelerinde şöyledir kıtlığın tanımı:
"Dut Kurusu Süpürge Tohumu Yediğimiz Ve Bir Godik Arpa İçin Sivas Kapılarından Geri Çevrildiğimiz 
Günleri Defledik."
Aradan çok yıllar geçti, derelerden de çok sular. Bir bolluğa kavuştuk, çeşit çeşit sofralarımız oldu oturduk, lüks restoranların gösterişli masalarında hem yedik hem resimler çektik. Modayı takip ettik, bir giydiğimizi bir daha giymedik. Eskilerin tabiri ile lüküs hayata alıştık. 
Sonra birgün bir virüs peydahlandı, evlere kapattı hepimizi. Devletimiz tedbirler aldı sağlığımızı tehdit eden bu hain düşmana karşı. Hani hep "milletçe birlik beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde" diye başlayan cümleler kurulur, tam da o günlere gelmiştik ve birlik beraberliğin ne olduğunu çoktan unutmuş bir toplum olarak bocalamaya başlamıştık. Yardım kampanyası yaparken bile ayrıştığımızı gördük, tarafgirlik çadırının altında 'senin yardımın benim yardımım' diye ayırdık.
Oysa bu musibetin bize getirdiği hakikat bambaşkaydı. Bireysel dünyamızda etrafımız güvenli surlarla örülü otururken, o güvenliğin bir hükmü olmadığını, gözümüzün göremediği bir düşmana karşı ne kadar da zayıf olduğumuzu farketmemiz gerekiyordu. Toplumun hiçbir sınıfına ayrım yapmayan bu beladan kurtulmak için bedenen olmasa da fikren birlikte hareket etmek zaruriydi. Kendimizi dünyadan izole etmiş, TV karşısında sıcak çayımızı yudumlarken aynı keyfi yaşayamayan komşudan bihaber, altyazıda geçen hesap numarasına bir miktar bağışta bulunmakla ve bunu bir show vasıtası yapmakla olunmuyordu birlik ve beraberlik. 
Bu ahval ve şeriat içinde dahi maddi varlığının çokluğu ile övünmeyi bir sınıf atlama gören zihniyeti buradan kınamak istiyorum. Kimse yanlış anlamasın, benim bağış kampanyasına da bağışa da karşı bir tutumum yok. Herkes kendi parasını dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Beni kızdıran konu, belki yan komşusunun ihtiyacı varken ondan bihaber yaşayıp da bağış makbuzu ile övünmektir. 
Din yahut felsefe neye inanırsanız inanın ikisi de size yardımlaşmadan bahsedip ve bunun en yakından başlamak suretiyle olacağını söylemektedir. Cuma namazı çıkışında cami sandığına para sıkıştırıp da komşusunun bir ihtiyacını gidermeyen Müslüman tiplemesini geride bırakın artık. 
Bu "kara günler" elbette geçip hayat normale dönecektir. Amacınız çoktandır unutulmuş olan akrabalık, komşuluk ve dostluk/arkadaşlık bağlarını güçlendirmek olsun. Her musibet aynı zamanda bir fırsattır. Bu fırsatı iyi kullanın ve yakınlarınızın hatırını sorun, bir ihtiyacı var mı öğrenin. Bir çok insan ihtiyacını kendisi dile getiremez, sorulsun ister. Her fırsatta gitmeyi düşlediğiniz cenneti düşünün fırsat bu fırsat sevap işleyin.
Evde kalın, sabırla kalın,birlik beraberlik içerisinde olmayı ihmal etmeyin. Hoşçakalın.