İLK  okuduğum tarihi roman Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun “Kolsuz Kahraman” isimli romanıdır. Çinlilere esir düşen Türklerin içinden tek kolu dirsekten aşağısı yok olarak bilinen Alpago isimli Türk yiğidinin Çinlilere karşı verdiği mücadeleyi ve Türk’e yapılan hakaretler, eziyetler, işkenceyi konu alıyordu. Çinli çocuğun bir Türk insanı için “yazıktır, o zavallı bir Türk’tür” cümlesi aklımdan hiç çıkmaz.
Romanı okuduğumda ilk aklıma gelen Türk’ün kahramanlığı idi. Daha sonra esaret altında yaşayanın Türkler olduğu ve çekilen eziyetleri hatırlayarak esaretin ne kadar kötü ve zor olduğunu düşünmüş çok üzülmüş ve hırslanmıştım.
Daha sonra Emine Işınsu ablamızın 'Ak Topraklar, Azap Toprakları' ile Cavit Ersen’in 'Kızıl Zindanları’nı okudum. Orada da yine esir Türklerden bahsediliyor soydaşlarımızın başlarına gelen insanlık dışı mezalimi anlatıyordu. Bu sefer de Moskof (Rus) lara esir düşen Türkler konu ediliyordu.
Türk milliyetçiliği davamızın içinde Dış Türklerin durumu da ağırlıklıydı. İçim yanmıştı, ruhum huzursuz olmuştu bunları okudukça. Ayrıca Milliyetçi basın da esir Türkler ve çektikleri eziyetlerle ilgili sık sık haberler bulmak mümkündü.
Esir Türklerin yerine kendimi koyar, bana, aileme yapıldığını düşünür sonra şiddetle “Tövbe Yarabbi bizlere ve tüm Türklere bu durumu yaşatma” diye çok kere titreyerek kendime gelip semaya avucumu açıp dua ettiğim olmuştur.
İlk romanı okuduğumdan bu tarafa aklıma gelen, aklıma geldikçe donup kaldığım, bizim vatanımız da işgal edilse ne yaparız, özgürlüğümüz, elimizden alınsa neler yapabiliriz düşüncesidir.
Bu duyguları fikrimizle yoğurarak vatan olgusunun ve İstiklal duygusunun önemini anlamıştım. 
“Vatan ne demek?  Hürriyet ne işe yarar?  Vatanı ve devleti olmayan toplumların millet olma vasfı nedir? Devlet olmadan, millet olarak kalmak mümkün müdür? Hatta hür olmadan inandığın değerler nasıl savunulur, nasıl yaşatılır?” Gibi birçok soru kafamda belirir ve onlara o zamanki bilgimle cevap vermeye çalışırdım.
Çok şükür ki dünlerde kendileri için acı duyduğumuz Türk topluluklarından bir kısmı özgürlüğüne kavuştu ve bağımsız bir devlet olarak yaşamaya başladı. Evet, hâlâ acı çeken, inleyen, insanlık dışı muamelelere uğrayan, canice jenosit uygulanan Türkler de yok değil. Kırım Türk’ü, Ahıska Türkleri, Irak ve Suriye bölgesinde yaşayan Türkmenler, Güney Türkistan’da uygulanan benliğini unutturma baskısı, Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yapılan insanlık dışı işkenceler hâlâ devam etmektedir.
Allah korusun Türk’ün başına bir iş geldiği zaman gidebileceği bir yer de yoktur. Zaten Türk vatan müdafaasını bırakıp da bir yere gitmez/gidemez. Yani biz ya ölürüz ya İstiklalimizi muhafaza ederiz/etmeliyiz. Bu bilinçle kendimizi, çocuklarımızı, torunlarımızı yetiştirmeliyiz.
Bu işi ciddi tutmalıyız ki başkentimizin dibinde Türk devletinin ilim yuvası diye düşündüğümüz üniversitede Arapça günü tertiplenmemeli veya İstiklal Marşımızı kışkırtıcı oluyor diyerek okunmasını engelleyen veya Arapça okutan soysuzlar çıkmamalıdır.
Özetle; Türk’ün vatanı, hürriyeti olmazsa yaşaması mümkün değildir.