FERTLERİN huzur ve güven ortamında bir arada yaşayabilmesinin ön şartı da bireyler arasındaki sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik bilincinin oluşmasıdır. Toplumda birlikte yaşama bilincinin oluşabilmesi için, öncelikle fertlerin birbirlerine karşı iyi niyet ve samimiyet taşıması, insan olarak birbirine saygı duyması, bencillik ve bireysel çıkarcılığın insanı yiyip bitiren girdabından kurtulup paylaşmanın manevi hazzına ermesi gerekir.  
Bir toplumda sorumluluğun yerini, sorumsuzluk, vicdanın yerini acımasızlık, diğerkâmlığın yerini bencillik, paylaşmanın ve dayanışmanın yerini cimrilik ve vurdumduymazlık alırsa, kişilerin en yakınlarına dahi itimat edemeyeceği derecede güven bunalımı yaşanırsa, orada toplumsal yapı çöküntüye uğramış demektir. Rahmet yüklü kuşatıcı mesajın modern dünyaya sunduğu barış, esasen hepimizin Hz. Âdem’den geldiği ve Hz. Âdem’in de topraktan yaratıldığı gerçeğine dayanır. 
Böylece biz aynı insanlık ailesinin üyeleri olarak kardeşliğimizi, birbirimizi sevmeye olan ihtiyacımızı, faniliğimizi ve alçak gönüllü olmamız gerektiğini fark ederiz. Sevginin vatanı bireyin gönül yurdudur; gönül yurdunun sahibi ise Yüce Allah dır. İslam, farklılıkların doğal olduğunu kabul eder ve hatta dillerin ve renklerin farklı olmasının Allah’ın varlığının delillerinden olduğunu ifade eder: “O’nun kanıtlarından biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. 
Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.” Ayrıca Kur’an’da “Rabbin dileseydi insanları elbette tek bir ümmet yapardı." buyrularak insanların farklılıklarının ilahi hikmetin ve sınavın bir parçası olduğu vurgulanmaktadır. 
Toplumun fert üzerinde olduğu gibi, ferdin de toplum üzerinde hakları vardır. Sadece insanlara karşı değil, bütün canlılara karşı sorumlu olduğumuzu bildirİr Kur’an. Bir yandan bireysel anlamda şükür, takva, sabır, iffet, doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık gibi ahlâkî değerlerin önemine vurgu yaparken, diğer yandan da birlikte yaşamanın gereği olarak paylaşma, af, dayanışma, fedakârlık gibi erdemleri ön plana çıkararak toplumsal yapıyı güçlendiren ahlaki ve insani erdemlere dikkatleri çekmektedir. 
Yüce Allah’ın insanlığa en büyük ihsanı ve rahmeti olan ve Kur’an-ı Kerim’de “büyük bir ahlak üzere” olduğu bildirilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), insanı insan yapan erdemlerin ve değerlerin odaklandığı yüce bir şahsiyettir. İslâm’ın öngördüğü kâmil insan modeli onun hayatında tecessüm etmiştir. 
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Andolsun ki Resûlullah’da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı zikredenler için mükemmel bir örnek vardır." buyrularak onun hayatı bizlere ‘yaşanabilir en güzel örnek’ olarak takdim edilmektedir. 
Birlikte yaşama ahlakının küresel ölçekte yeryüzünde egemen olması için her şeyden önce yaptığımız bir hatadan, işlediğimiz bir kusurdan dolayı kardeşimize karşı özür dilemesini bilmeliyiz. Affedici olan, özür dilemesini de bilir. Özür dilemenin Allah’a karşı yapılanının adı tövbedir. Allah’a tövbe etmesini bilen kardeşinden özür dilemesini de bilir. 
Özür dilemek, asla hakkı düşürmek değildir. Özür dilemek insanı kötülüklerin üzerine yükseltmektir. Güç ve bilgi, ahlak ve hikmet ile buluşmadıkça, mazlumların, mağdurların hakları iade edilmedikçe, bomba ve silah seslerinin, gariplerin ah u iniltilerinin yerini sevinç ve mutluluk çığlıkları almadıkça bu yapılanların hesabını Allah’a verebiliriz?