Ani hava değişikliğinden olacak, dün sabah evden çıkıp, işe gelirken başımda şiddetli bir ağrı hissettim. ''Geçer'' dedim, işyerine ulaşabilmek için adımlarımı biraz daha geniş atmaya çalışsam da, mesafe hiç değişmedi. Halin girişinde ''Balik. Balik..'' diye önce balıkçılar karşıladı, sonrasında sebze hali girişine tezgah açan esnafın sesleri kulaklarımı tırmaladı. Alışkın olmama rağmen, ağrı şiddeti giderek artan başımın içerisinde yükselen seslerin çınladığını hissettim. Kendimi zor, bela atabildim büroya...
İki lokmalık pasta, bir fincan çay iyi yatıştırdım açlığımı, o da fayda etmedi, başımın ağrısını dindirmeye. Biraz inatlık var. ''Biraz'' desem de, o birazın biraz daha üzerinde bir inatlık bu. Kolay kolay ilaç kullanmam, kullanmak istemem. Başımın ağrısı giderek şiddetini yükseltiyor, ona inat ilaç yutmamak için direncimi kırmamaya özen gösteriyorum.
''Unutursam, belki geçer'' düşüncesiyle, bu kez psikolojik bir yönteme başvurdum. Kendimi işe verdim, yoğunlaştım. Mesai arkadaşlarıma yaptığım esprilerin itici olduğunun yüz ifadelerinden, zoraki tebessümlerinden anlayınca, vazgeçtim. Ağrı arttıkça bir türlü geçmeyen zaman dilimi içerisinde kaybolup, giderken çalan telefon sesiyle saatin 12.00 olduğunu görüp, masamdan kalktım, ağır adımlarla evin yolunu tuttum...
Öğle yemeğini bile zor yiyebildim, kanepenin üzerine uzandım, sanırım bir süre sonra uyuya kalmışım. Telefonun sesi ile uyandım, işyerinden ''Saat 14.00'da program vardı!'' uyarısı yapıldı, ''Siz gidin'' dedim ama sonrasında tekrar yatıp, uyumak da pek işime gelmedi. Başımın ağrısının biraz hafiflediğini hissettim. Açık havaya çıktığımda tekrar başımdaki ağrıların başladığını hissettim. Adeta gözlerimin önü kararıyor, kafamı düz tutamıyordum.
Her zaman olduğu gibi eski Askerlik Şubesi'nin bulunduğu kaldırımdan, karşıya geçtim, oradan Cumhuriyet Alanı'nda soluğu aldım. Tam merdivenlerden çıkıyordum ki; merdivenlerden indiğini sonra farkettiğim biriyle vücut temasımız oldu. Güneşten yüzünü göremiyor, bir merdiven yukarıya çıkmaya çalışırken, ''Tanımadın beni!'' diyerek başladığı konuşmasını, kendisini tanıtarak, tamamladı. Kendimi toparladım, ''Kusura bakma biraz hastayım!'' diyerek, mahcubiyetimi dile getirmeye çalışırken, gülerek ''Kime?'' sorusunu yöneltti. Birlikte güldük, ''Çok fenayım, kusura bakma ayakta bile zor duruyorum'' diyerek, vedalaşıp, yoluma devam ettim.
Büroya geldim, oturdum, başımın ağrısının çalışmama izin vermeyeceğini düşünerek, pes etmek durumunda kaldım. İnatla içmemeye çalıştığım hapı, dolaptan aldım, bir bardak su ile yuttum. Henüz ilacın etkisi kendisini göstermemişti ki; büroya gelen bir misafirim, tipimden rahatsız olduğumu anlamış olacak ki, ''Geçmiş olsun, hastamısın?'' sorusunu yöneltti. ''Biraz'' diye yanıt verdiğimde, ''Son günlerde havalardan dolayı insanlar hasta, farklı bir gribal enfeksiyon var ortalıkta, insanların başını ağrıtıyor, halsiz bırakıyor'' dedi, herkesin bu günlerde dikkatli olması gerektiği uyarısında bulundu.