Ekinler biçilir, harman kaldırılır, hayvanların kışlık yemlerinin tedariki için sap, saman telaşesi başlardı bu mevsimlerde.
    Gerçi şimdi traktörlerin arkasına takılan bir düzenekle tarlada saman tedariki zahmetsiz ve anında gerçekleştirilip, yine pratik ve ergonomik bir aletle samanlık deliğinden içeri istifleniyor ama ben gençlik yıllarımın zahmetli günlerini hatırlatacağım sizlere.
    Arazi biçilmiş ekinlerin saplarıyla kaplıyken ritmik aralıklarda toplanmamış deste deste biçer sapları bulunurdu.
    Tarlaların öz kenarlarına doğru uzanan ağaçlık derinliklerinde bozulmaya yüz tutmuş bostanlıklar, cezp edici bir görüntü çizerdi..
    Sığır sürüleri ve koyun sürüleri akşam eve doyarak gelir, kış telaşı insanlar üzerinde yiyecek, içecek ve diğer hazınların stoku için baskı oluştururdu.
    Aslında erkekler için saman saçkı, kadınlar içinde yufka ekmek etme, turşu kurma, sebze kurutma ve çanak çökeleği basma telaşından başka bir iş olmazdı.
    Kalabalık genç grupları bu mevsimin en güzel ve kolay avlarından biri olan bıldırcın yakalamaya giderlerdi. Bıldırcın kuşlarına bizim yörede helutüne denirdi.
    Helutüneler bostanlıklara yakın tarlalarda barındığından fazla güneşe dayamayıp hemen biçilmiş biçer destelerinin altında gölgelenirdi.
    Avcılarda destelere basarak ilerdiklerinden deste üzerine isabet eden adımın verdiği korkuyla derhal uçarlardı.
    Sıcağa hassasiyeti ve uzun süre uçamaması nedeniyle hemen 25-30 metre uçtuktan sonra bir diğer destenin altına girerlerdi.
    Girdiği deste için tedbir alınarak sinsice yaklaşıp, kucaklama metoduyla üzerine atılıp altta kalan helutüne tutulurdu.
    O kadar çok olurdu ki bizim oralarda helutüneler. Ava giden bir insan yaklaşık 2'şer 3'er tane yakalayabilirdi. Helutüne desteden desteye uçarken arkasından koşan avcı grupları, “helutüne heletune, hele bilmem neyine” diye  bağırıp panik halindeki zavallı kuşa telaş aşılarlar, o da şaşkın ve zavallı  bir şekilde güvensiz bir destenin altına saklanır, avlanacak hale düşerdi.
    Küçücük kuşcağızın döş kısmındaki çok lezzetli olan 20 gramlık tadımlık eti, avlanma keyfine eklenen muhabbetli ortamı ve bereketli doğanın sunduğu onlarca çeşit meyve-sebzeden oluşan doğal yiyecekler Ağustos, Eylül aylarının periyodik neşesini oluştururdu.
    Yine bu mevsimlerde edilen taze yufkalardan arazide yenilmek için konulan azıklarla sulak öz kenarlarında yetiştirilen bostanlıklara gelinir, hormonsuz, gübresiz domates, biber, soğan, maydanoz ve salatalıklarla güzel bir salata yapılır, azıkla gelen suyu alınmış katı ve yağlı torba yoğurduyla hem ayran hemde karıklardan tazece koparılan salatalıklarla kesekli çalhama ve cacık yapılırdı.
    Bunların üzerine birde odun ateşi yakılarak mısır ve balık közlenir, üzerine bostan, kelek, taş armut ve üzüm yenilirdi.
    Bilmiyorum şimdiki Yozgat gençleri bu gelenekleri yaşayabilecek şansa ve enerjiye sahipler mi. Karık sulayıp, bitki yetiştirme keyfi, imece usulüyle çevre güzelleştirme emekleriyle mutlu olabiliyorlar mı? Yoksa hem sportif, hem dostani, hem neşeli bu gezilerin yerini kahvehane köşelerinde sigara içerek ve güvensiz dostluklarla mı geçiriyorlar?