Sözcük manası kastetmek ve yönelmek manalarına gelen hac, hususî bir zaman diliminde, hususî bir kısım yerleri, yine bir kısım hususî usullerle ziyaret etmeğe denir ki; senenin belli günlerinde, hac niyetiyle ihrama girip, Arafat’ta vakfede bulunmak ve Kâbe’yi tavaf etmekten ibarettir.. Muktedir olan herkesin ömründe bir kere haccetmesi farz-ı ayındır. Haccın farziyeti, Kur’ân, sünnet ve ümmet-i Muhammed’in icması ile sabittir. Hac, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen: “Beytullah’a gitmeye gücü yeten herkesin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.”âyetiyle farz kılınmıştır.
Haccın farziyetini bildiren ve onun faziletlerini anlatan birçok hadis-i şerif vardır. “İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur:  “Ey insanlar! Üzerinize hac farz kılındı; Beyt-i Atîk’i haccediniz.”
İster erkek ister kadın olsun şartlarını taşıyan, yani sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip olan her Müslüman’ın ilk fırsatta hac görevini yerine getirmesi gerekir. Kendisine hac farz olan kimsenin mazeretsiz olarak hac ibadetini geciktirmesi günahtır.
Hac, Hazret-i Peygamberin hicretlerinin dokuzunca yılında farz kılınmıştır. Bu sene Resûlüllah Efendimiz (s.av.) tarafından Ebû Bekir Es-Sıddık (r.a) Hac Emiri tayin buyurulmuştu. Hicretin onuncu yılında da Peygamber Efendimiz Mekke’ye yönelerek hac farizasını yerine getirmiştir.
Hac, şartlarını kendinde toplayan her Müslüman için çok kutsal bir farzdır. Namaz ile oruç birer bedenî ibadettir. Zekât malî bir ibadettir. Hac ise hem bedenî, hem de malî bir ibadettir. Bu farz, hem bedende olan sıhhat ve selâmetin, hem de mal varlığının bir şükür görevi  getirmemizi sağlar.
İslâm âleminin doğusundan ve batısından temiz bir heyecanla akın edip gelen binlerce dindaşın böyle kutsal bir yerde toplanmaları, aralarındaki din birliğini ve din kardeşliğini, din sevgisini canlandırmaları ve birbirlerinin durumlarını öğrenerek fikir alış-verişinde bulunmaları ne kadar büyük değer taşıyan bir harekettir.
Yolculuğun sağlık ve fikir yönünden sosyal faydalarını kabul eden yabancı milletler, dince mecbur olmadıkları halde, birçok zorluklara katlanarak dünyanın en uzak yerlerini gezip dolaşıyorlar. İslâmiyet ise, en yararlı bir yolculuğa bir kutsal ruh ve mecburiyet vermiş, Müslümanları böyle bir yolculuğun sonsuz maddî ve manevî bereketlerinden faydalanmıştır.

Farz olan hac görevini bir anlayış içerisinde yerine getirecek Müslümanların bundan ne kadar faydalanacakları pek aşikârdır. Hele bu farzı yerine getirme mutluluğuna kavuşan anlayışlı bir Müslüman’ın bu sayede birçok bilgiler kazanarak aydınlanacağı ve sonra dönüp kendi çevresini birçok yönden uyararak aydınlatacağı da şüphesizdir.
Hac, kefen misali bembeyaz giysiler içinde ahretteki mahşeri hatırlatan, aynı kıyafet içinde zengin-fa-kir, şehirli-köylü ayırımını ortadan kaldıran, “benliği yıkıp “bizi öne çıkaran, şeytan taşlama, tavaf ve say gibi “temsili” görevlerin ifa edildiği, helal olan bazı şeylerin ihrama girdikten sonra haram kılındığı ve böylece nefis terbiyesi, irade ve sabır eğitiminin yapıldığı, yüz binlerle birlikte Allah’a açılan ellerin boş çevrilmediği, dinî duyguların ihlas ve samimiyetin doruk noktaya çıktığı bir ibadettir.
“Kim Allah için hacceder de (Allah’ın rızâsına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı hariç) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlardan arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhâri) -  “Hacılar ve umre yapanlar Allah’ın (evinin) ziyaretçileridir. Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bağışlanma dilerlerse onları bağışlar” mealindeki hadislerde de ifade edildiği gibi hacdan yapılan dualar ve tövbeler kabul görür. Böylece bu ibadeti ifa edenler, işlemiş oldukları hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler.