Bu mevsimlerde gözünü sevdiğim Yozgat’ımızda bağlar bahçeler bellenmeye başlanırdı. İki tarafı dikilerek kalınlaştırılmış sufra bezlerini çıkı yaparak içine katlanılmış yufka ekmeklerinin yanına çökelik, suvan, deri yoğurdu, omaç, vs. gibi azıklar alan gençler, bellerini omuzlarına atıp giderlerdi bostanlıklarına…
Yaşlı ihtiyarlar gençlerin performansına yetişemedikleri için maestro rolünde yönlendirir, bellenmesi gereken yerleri işaret eder, belleme seviyesini ayarlar ve gölgelik mekanlara yakın durarak aşağıdan sürekli gayret ve tav verirlerdi…
Ha gurbanım haaa!… ha gurbanımm ha!…
Bu sesleri duyan diğer bostandakiler de kendilerinde rekabet hissi özümler ve aynı hızda çalışmaya başlarlardı. Her mekanda bir yarış, her tarlada bir gayret, neşeli keyifli, üretken, çalışan, çalıştıkça neşelenen, neşelendikçe mutlu olan ağzı türkülü insanlar doluydu yazı yaban..
Koyunlar bu mevsimde kuzular, inekler bu mevsimde buzağılar, yazı yaban yeşillenir, ısınır, yağmurlar insanı okşar gibi ıslatırdı..
Avazları çıktığınca bağırası gelirdi insanların. Eşeğin üzerindeki tohum heybelerinin gözlerine konulmuş, bir diğeri de kucağa alınmış şekilde kuzu taşıyan çobanlar gelirdi tepelerden..
Ağuz sütü ikramlarıyla daha da sıcaklaşan komşuluklar.. Salı pazarında, Perşembe pazarında tohumluk ürünler satan pazarcılar. Nerden bakarsan bak, nerden düşünürsen düşün, ne aklına gelirse gelsin kuşundan koyununa, ihtiyarından gencine, yağmurundan tohumuna, kürekten kazmaya her şey ama her şey doğayı güzelleştirmek için tam kapasiteyle seferber olurlardı..
Arklar bu mevsimde ayıklanır, bentler bu mevsimde tutulmaya başlanırdı. Kavaklar budanır, çitilgiler hayat damının üzerine bastırık yapılırdı. Birkaç gün sonra yeşil mekanların ortalarında, dere kenarlarında ve dolgu topraklı ören yerlerinde gobelekler, mantarlar çıkar, boz yerler ıpıl ıpıl çiğdemlerle dolardı.
Kaysı ve erik ağaçlarından sızan reçinelere ağaç balı derdik. Onları kazıyarak ne güzel yerdik yarabbi. Helede bir önceki yıllardan kalan sarmısaklar, soğanlar, turplar, yer elmaları, pürçüklüler vs. olurdu ya… 
Kar altlarından güneşi görünce tek tük de olsa yenecek kadar bostanlık kalıntıları arasında nadir de olsa bulunurdu.… Nasıl bir mutluluk veriridi insana Allahım…
Güneş, yağmur, kar mutlulukla karışık ulaşırdı yeryüzüne.. Herkesin sofrasından bol kahkahalı gülücükler taşardı yollara… 
Sabahları sulukluklardan günlük banyo suları akardı. Stres yoktu, neşe vardı. Allah huzur gönderiyordu üzerimize..
Şimdi bahar gelmiş neyleyim… Neyleyim baharı yazı… Tarlalar bom boş.. Birkaç gün sonrada ekinler daha canlı görünsün diye yeşil gübre de atılacak. Doğayı tamamlayan binlerce unsur, kuş, böcek, ot, vs. yok olacak.
Bağlar zaten kurumuş. Bahçe niye eksinlerki.. Domatesin, salatalağın bir kökünden bir kasa toplanılıyor seralardan…  Etraf çirkin olmuş, insanlar kahvelerde, fasulye, mısır, karpuz, patlıcan kilosu kaç lira ki sanki..
Hey gidi günler hey….. Neydi be bir zamanlar Yozgat.. Artık hiç çalışmadan, üretmeden, terlemeden her şey elimizde, evimizde. Ama soframızda kahkaha, bedenimizde sağlık, ruhumuzda dinçlik, çevremizde şenlik yok.. 
Bağlar kurumuş, bahçe ekmek hamallık, meyve ağaçları korkuluk gibi duruyor. 
Pekmez ilaç olarak aranıyor, balın gerçeği bulunmuyor, ekmekler eskisi gibi tatlı değil, sadece tipi domates, salatalık, biber olan ürünler her mevsim yeniyor, çiçek, çimen, ot, ağaç eskisi gibi kokmuyor, sular eskisi gibi gür ve berrak değil.... İleride şimdikinden daha mı kötü olacağız acaba…
Haydi Yozgatlılar, bir karıkta olsa temin edebileceğimiz bir mekanı şenlendirelim. Soğan ekelim, çiçek dikelim, domates, maydanoz, salatalık yetiştirelim. Bırakın gözümüz bari şenlensin. Komşularımızla, arkadaşlarımızla beraber herkes kendi adına birer ağaç yetiştirsin. Kimisi asma diksin, kimisi meyve ağacı, kimisi çam, kimisi akasya.. Varmısınız. Hem keyif alalım, hem sevap kazanalım, hem çevreyi güzelleştirelim..
Ha gurbanım haaa… Ha gurbanım haaa….