LİSE çağlarıydı. Delikanlılık kulvarına yeni girmiştik. Sesimiz kalınlaşıyor, bıyıklar terliyor, konuşurken daha bir kabadayı vari edalara bürünüp herkese her konuya dikeliyorduk. Mobilya imalatında çalışan Ziya diye bir arkadaşımızın öncülüğünde ben, Fehmi ve Ferhat diye dört arkadaş, her hafta sonu sinamaya alışmıştık. Tercihimiz ise sürekli döğüş filmleriydi. 
Ziya birgün Burucce Lee adlı efsane bir dövüşçünün tek başına tüm dünyaya kafa tuttuğunu, mükemmel bir çeviklik ve korkusuz bir yürekle dünyanın en güçlü insanı olduğunu anlatarak bizi heyecana boğdu ve karete filmine götürdü. Sinema tıklım tıklımdı. Seyircilerin genel profiline şöy bir baktığımızda umumiyetle beden işlerinde çalışan yorgun ve halsiz tipler, sigara tiryakisi halleri ve soluk benizleriyle, omurgaları güçsüz zayıf ve gariban giysili görüntüdelerdi.
Film başladı. Brucce Lee… Aman yarabbi o ne biçim bir güç, o ne biçim bir çeviklik. Üstüne gökten adam yağsa hepsini gebertiyo. O güç ve çeviklik bende olsa dövülecek çok adam var. Filmin her sahnesinde hepimiz birden Burucce LEE oluyor, kontrolsüz bir enerji yükleniyor sağa sola çatasımız geliyordu. Yerimizde duramıyor, her hareketini tekrar edesimiz geliyordu. O da insan biz de. Biz niye yapamayalım ki onun tüm hareketlerini. Film arası molada bile bağrışmalarımızla, hareketlerimizle hep ona benzemeye çalışıyorduk. 
Film bitti. Dört arkadaş dışarı çıktık. Defalarca birbirimize Yeeaaaaaayttt, heaayyyttt  diyererek faullü hareketlerle tekmeler, yumruklar attık. Karşılaştığımız tüm duvarlara, ağaçlara, demirlere Burucce Lee oluyor, tekme, yumruk sallıyorduk. Bize şurdan birisi çatsada iyi bir dayak atsak diyorduk. Kendimize aşırı bir özgüven oluştu ve harcamamız gereken çok enerjimiz vardı.
O ara bizden daha kısa, muhtemelen aynı yaşlarda bir genç semt pazarından patates, soğan bir şeyler almış evine gidiyordu. Onun gibi elli tanesini tek başıma döğmezsem baba yiyim. İçimdeki genel his böyleydi. Hepimiz de öyle düşünüyorduk. Tam zopa çekilecek orantıda biriydi. Yeaayyyyyttt, diye yanından yakınından döner tekme, kung-fu stili falan filan hareketleriyle birbirimize karete yaparak göz dağı zıplamaları yaparken, bizden rahatsız olan genç;
-“Ne şimarıyonuz lan hayvan toğmuları” dedi. Bitmişti o artık. Son dualarını yapması ve Selavat getirmesi gerekirdi. Hepimiz öğrendiğimiz tüm kareteleri onun üzerinde uygulayarak dövmek üzere yürüdük. Fakat o da ne. İlk geleni bir tokatta yere serdi. Onu, bunu, beni derken hepimizide şamarınan, sumsayınan, depiğnen duluğmuza, duşgamıza bi girişti, alayıcığmızıda eyice eniledi. 
- “Pijlere bah hele lâ., dölekcağne gidemiyonuzmu, Bulgar döllleri.” Diyerek soluklandı. Tekrar üstümüze yörüdüğünde “Ben noordüm oğlüm, benim suçum ne” gibi ifadeler falan verdik amma, onlar da heç bi işe yaramadı. Vijdansız bir ruh haliyle ha bire gavurun oğlu eyağmize, yağarnımıza, duşgamıza depik, poküs, şaplah ne atıyodu. Hepimizde erkekliliğin yüzde doksanı olan kaçma formülünü uyguladık tabiiiki.
Karate filmleri, Yeaaayyyyt , heaaayyyyttt işleri bize hiç yaramadı. Bir daha hiç birimiz utancımızdan böyle filmlere gitmedik. Karete filmleri batsın. Brucce Lee picini eşşek guvalasın. Eeee şimdi noreciğik…. Sinemayıda çok seviyoh. O günden sonra tercihimiz Küçük Emrah, Ferdi TAYFUR, Müslüm GÜRSES filmleri oldu. Enerjimizin yerini kahır aldı, hüzün aldı. Kızlara karşı platonik duygularımızda hızlanmıştı. Artık cuvara içiyor, kara kara düşünüyor, Ferdi şarkıları söylüyorduk. Fabrika ayarlarına döndük. Çılgınlık, sosyetiklik bizim neyimize lâ..