Sinirli ve bir o kadar da ilginç olan Osahmedin Eysan Dayı kendi halinde, titiz ve çalışkan bir insandı. Pek toplum içine çıkmaz sürekli ev, bağ ve bahçe işleriyle uğraşırdı. En ufacık bir kızgınlığa saatlerce söğer kendisini şarz ederdi.
Evinin avlusu çok dar olduğu için bir inek ve bir eşekten başka hayvan beslemez, ayağındaki hafif sakatlıktan dolayı da zaten hayvanlara saman saçkı dökme, tımar, sağım, sulama gibi rutin işleri zor görürdü. Genelde oturduğu yerden çalışır, en kısa mesafelere bile eşeğiyle giderdi. Kapısının önüne Gıllı Paşanın moturla getirip kondurduğu düz bir taşın üstüne çıkar, eşeği taşın tam dibine park eder ve o şekilde binerdi.
Eşek bu işleri günlük 10-15 kere yaptığı için alışkın bir vaziyette bağını çözü çözmez taşın dibine yanaşırdı. Köylüler değirmene veya günlük gerekçelerle bir yere gitmeleri gerektiğinde en itibarsız hayvan olan eşeği kimden isteseler “Ayıp ediyon, daha gotür ne işe yarıyor şerefsiz” gibi sahibinin laflarıyla hemen teslim alırlar, fakat Osahmedin Ihsen’e eşek için gelenler ise günlerce küfür duyarlardı. Çünkü hiç kimseye eşeğini vermediği gibi, şahsın isteme cüretini göstermesi de Osahmedin Ihsen Dayı nazarında büyük bir kabahatti. Eşeğinin kadrini kıymetini iyi bilirdi. Fakat bu vefasını sadece vermiş olduğu yemler ve otlu yerlere örklemesiyle gösterirdi. Diğer zamanlar sürekli azarlar, küfreder, deynekle döğer, kulağını ısırır, şamar, yumruk vs. vurur ve homurdanırdı. Ayağı sakat olduğu için tekme atamazdı. Çok asabi ve huysuz bir adamdı. Hanımı onun sürekli homurdanmasından, küfründen ve azarından bıktığı için nutku durmuşcasına hiç konuşmaz, 500 metreden karşılamaya çıkardı. Alcı köyünün bağlık bostanlık alanlarından Beşpınar mevkiine doğru armut, üzüm, kayısı yemek, mısır közlemek için kalabalık bir arkadaş grubu ile gezerken, kilometrelerce öteden bağırma, çağırma ve küfür sesleri duyup dövüş var zannıyla koşarak aracı olmaya gittik.
Baktık ki, Osahmedin Ihsen Dayı ceketinin omuz başı ve pöçüğünün arkaları çamur olmuş bir vaziyette eşeğini deynekle fır döndürerek dövüyor, kulağını ısırıyor ve sürekli yüksek tonajda bağırarak küfrediyordu. Belli ki eşekten düşmüştü. Bu denli çığırtkanlığa önceleri çok şaşırdık, tabii yinede araladık. Sakin ol Ihsen Dayı falan dedik ama o bağırmaya ve dövmeye devam ediyordu.
“Bu gavur toğmunun insanlığınan elahası heç yoh, ırzı gırıh bu şerefsizin, kim yıhıyacah lan sahoyu, bu pantulu….. fanilyam, mintanım, iç goyneğam hep çamur oldu…
Yıhaddıracağan mı lan şerefsiz “” diye eşeğin üzerine bir daha yürüryordu. Mukallit arkadaşlar hem kıs kıs gülüyor ve hemde “Ula Ihsen Dayı, böyüklük sende galsın bırah şu cahili” diye alay ederek aralamaya devam ediyorlardı. Ihsen dayı sesindeki inişli çıkışlı sinirsel titremelerle yine eşeğe bir saldırı daha yapıyor tekrar aralayıcı arkadaşlar engelliyordu. İçimizden en mukallit arkadaş olan Kel Salimin Fehmi; “Ula Ihsen Dayı sen askerliğini yapmış aklı başında bi adamsın, şunun seviyesine enme” dedi, Ihsen Dayı işaeret parmağıyla sövercesine eşeğe dönüp; ” Sen bunlara duva et g… veren, eve vardınnıydı, senin yedi sülalayin geçmişini bellemezsem banada Ihsen demesinler..
Ihsen dayıya armut, kayısı falan verdik. Bidonuyla damdoldurandaki eşmeden su getirdik. Özde sahosunu, fanilyasını ve pantulunu yıkadık. Kuruyana kadar mısır falan közledik. Epey bi sohbet ettikten sonra bu güzel hatıralarla Alcı Köyünün yolunu tuttuk.