DOĞU'da, Güneydoğu'da, sınırımızda şehit, şehitler veriyoruz.  Yapılan kahpece saldırılara lanet okuyor, cami meydanlarında, sokaklarda bağrımızı yırtarcasına 
ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ!!! 
diye haykırıyoruz.
Bir de...
Evet birde gencecik fidanlarımız, o hain ve kahpece saldırı sonucunda sakat kalan, adına GAZİ, GAZİLER dediğimiz savaşın yaşayan CANLI ŞAHİTLERİ vardır.
Sonra...
Sonra unuturuz onları...
Aklımıza sadece 19 EYLÜL de gelir...
Küçük bir anma...
Tebrikler...
Takdirler...
Sonra...
Bir benzin istasyonunda görürüz. Beş tane kendini adamdan sayan 
AHLAKSIZ!!!
ŞEREFSİZ!!! 
NAMERDLER!!!  
vatan için bir ayağını kaybetmiş GAZİYİ, GAZİMİZİ anne, bana ve eşinin önünde sopalarla döverler...
Sonra...
Bugün, o kanlı çatışmaların dehşetini yaşayan bir gazimizin mektubunu okuyun.
Okutun...
Sonra...
Sonra... deyip
SİZ DE LÜTFEN BİRŞEYLER 
YAZIN. AMA ÖNCE EMPATİ 
YAPIN.
* * *
Hava o kadar sıcaktır ki, beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz.
Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır. Avucunuzun içindeki ter, elinizdeki tüfeğinizin metal kısmını kayganlaştırır, silah avucunuzun içinde vıcık vıcık oynar.
Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.
Sırt çantanızın askı kayışlarının omuzlarınızda yarattığı ağrıları, ancak saatler sonra çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.
Yürüdüğünüz yerdeki her ağustosböceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını duyarsınız.
Sonra...
Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi... Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, hepsi bir anda biter. Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer. Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur.
Arkadaşlarınızın bağırarak koştuğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan, seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız... Ayağınız yoktur çünkü...
* * *
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında ‘Mayın’ kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun acıyı fark edersiniz. Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz. Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey, o anda başlar!
Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız.
Sonra nefesiniz biter.
Sonra yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine...
Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, ‘Fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara!’ der. Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde ‘Neden ben, neden ben?’
Sonra uzun, ıstıraplı hastane günleri... Takma bacaklar... Artık yarım insansınız ama...
Vatan sağ olsun yeter!
* * *
Selam ve dua ile.