Bölük pörçük anlattığım Âbucak dile gelip de  “Ağam, bu nasıl anlatım? Nörüyon böyle?” derse hakkı var. Öyleyse dinleyin bakalım deyip girelim Âbucağın böğründen.
İğdeliğin sağ yamacında mor sümbüllü bağlar yatar. İçinde tosbağalar, yılanlar cirit atar. Daha üstte evlek evlek harman yerleri yan yana dizilir. Hasat zamanı geçip saplar harmana yığıldığında, eline dirgeni, yabayı alan içten içe bir türkü tutturup düvene sap yayarlar. Köylük yerde kimi at, kimi öküz koşmuştur. Ondan sonra dön babam döven üstünde.
Güz başladığında kışa hazırlık tekmili birden hazırdır. Et, teker edilir, peynir ve yağ çanaklara basılır, çökelek toprağa yatırılır kar düşmeden. Çanak çıkarılıp sofrada yerini alınca ayrı bir keyiflenir insan. Küflüsü daha bir tatlı olur çökeleğin. Yufka ile dürüm yapılır, sonra salınır çocuklar ortalık yere.
Bağ bozumu sırası gelince üzüm çetenleri sıra sıra gelir evlerin önüne. Pekmez ve çalma ayrı ayrı basılır çanaklara. Eh, tipi de gelse köylü hazırdır zemheriye. Kulaklar da hazırdır congulus hikâyeleri dinlemeye.  Vay ki vay! Congulusu nakşedersin kafanın bir yerine. Karanlık basınca evden dışarı çıkamazsın. Ne yapsın analar babalar, bakar ki çocuk zaptedilmiyor, congulusla korkuturlar onları. Korku ama ne korku! Kaç yaşına gelirsen gel congulusun bellekten çıkışı mümkün değil.

Âbucağa varınca yaslanırım duvara. Ne zaman aynı yere otursam, dünyanın tüm güzellikleri benim olurdu. Veya ben öyle sanırdım.
Güneşin doğuşu. Batışı. Ayın göğü yırtıp başını göstermesi, yıldızların kümeleşip sonra dört bir yana kaçışları, hele ki, sicim gibi yağan yağmurun, yerini gökkuşağına terk edişi hep ağzımı sulandırmıştır.
Neden aynı yer? Takıntı mı, uğur mu çözemedim. Bulmak için de uğraşmadım. Sanki oraya oturmazsam bölük bölük giden turnalar türkü çığırmadan geçecekler, keklikler kanatsız uçacak. Seher yeli yüzümü okşamayacak. Aha gardaşım, Saygı aynen böyle tasvir eyler.

Eee, Âbucak, kusura kalma! Tamamını yazmaya kalksam destan olursun. Onun için gardaşlarımın ahvaline dönüyorum; Fahri abimiz. Güler ablamız, yeğenimiz Faruk Öztürk…
Yozgat’tan dâhil olup ben muavin, kaptan Saygı, dolanıp giden Yozgat yolları, Sorgun ve Âbucak! Yaşça en geriden gelen Gülay kardeşimiz. Refik’le Fevzi gardaşlarımız önceden gitmişler ve tüm hazırlıkları tam tekmil yapmışlar.
Gün, saat dursun istiyorsun. Bir gün, bir sene gibi sürse de sohbet bozulmasa diye düşünüyorsun. Hey gidi geçmiş zaman hey!
Âbucak’tan ayrılınca Sorgun’a vardık. Doğan Özmen öğretmenimizin hanesine. Serdar, Şahin, Selami, Tolga hep beraber el çırptık Yozgat türkülerine.
Dönüş mü? Dönmek istemedik ki! Hatıraları, acısıyla tatlısıyla hangi kaya dibine saklayalım, hangi turnanın kanadına yazalım ki? Bülbüle söylesen güle küse, kekliğe desen kına istemez. Biz, en iyisi geçmişi savuşturalım gitsin…

Yoo, daha fazla yazamayacağım. Gönlümü hasretlik bezine bağlayıp da çocuk gibi beşikte sallatmayacağım. Haydi Yozgat toprağı, kardeşlerimle birlikte size Allahaısmarladık diyeceğim…