Kış ayında arazinin çıplaklığı ve düzlüğü nedeniyle uğultulu fırtınalar, tufanlar olurdu Alcı’da… İnsan kapıdan dışarıya çıkamadığı gibi, çıkmaya da cesaret edemezdi. Elektrik de yoktu o zamanlar. Gaz lambası eşliğinde içli içli tezek yanan teneke sobanın başından ayrılamazdık. Bilenler congulus hikayeleri anlatırdı. Birbirimize kenetlenerek emniyette olduğumuzu hissederdik. Dışarı çıkmak ürkünç gelirdi bize. Değirmen belinin tepelerinden ve Göbekli sırtlarından kurt uğultuları gelir, ara ara köy içlerinde tilkiler dolanırdı. 
İşte bu aylarda bahçesi, tarlası ve evinin her yeri söğüt ve kavak ağaçlarıyla kaplı Adozel Emminin ordan sığırcık, karacula, saksağan, serçe sesleri gelir binlerce kuş son güçleriyle bağırırlardı. Herkes oralara bakmaya gider oranın bir kuş cenneti olduğunu düşünürdü. Nerden gelirlerdi, nerelere giderlerdi bilinmez ama her akşam ezanında tüner, sabah erken saatlerde uçup köy içlerinde ve arazilerde dolanırlardı. Karla kaplı köyün iç yerlerinde herkesin ahırından attıkları hayvan gübreleri karsız kaldığı için serçelerin sığırcıkların barınma mekanları olur gözlerimize desen teşkil ederlerdi. 
Kışın, yazın, baharın, sonbaharın ayrı ayrı güzellikleri olurdu. Köy yaşamında insan kendini o kadar engin ve dingin hissediyordu ki, kuş cıvıltıları müzik, arkadaş sesleri vefa dolu algılanıyordu. 
İşte yine bir kış, yine her taraf soğuk, yine her taraf karla kaplı. Hepimizin evinde odunu, kömürü, doğalgazı, kaloriferi var. Soframız daha zengin, rahatımız daha yerinde ama, teneke soba başında beklenen keyif, doğal güzellik ve kuş cıvıltıları yok. Adozel emminin kavaklar da kesilmiş kuşların barınabilecekleri yerlerde yok, kuşlarda yok, hiçbir şeyin tadı da yok.
Nostaljik özlemlerimizin hatırlanması dileklerimle…