TIPKI insanlar gibi şehirlerinde ruhu vardır.
Ankara’ya gittiğinizde bürokrasinin insanların ruhuna sindiğini görürsünüz. Gülümseyen yüzlere rastlamak neredeyse imkansızdır. Herkeste günü ve kendini kurtarma telaşı var.
İstanbul’da yaşam semt semt değişir. Tarihi binalar şehrin büyüklüğünü, azametini ve tarihini haykırsa da, kimileri için çok eski bir mezarlıktan farksızdır. On milyon nüfuslu şehirde beklide sadece bir milyonu mutlu, Bir zamanlar taşı-toprağı altın denilen payitahtın surları içerisine hapsolmuş yaşama mücadelesi veren simalar, gerçekte toru topu on binde biri bu şehrin gizemini çözmüş gibidir.
İzmir; İzmir, Türkiye desen Türkiye değil, Avrupa desen, hiç değil. İzmir başka bir ülke! Bu şehre gittiğinizde insanlarının gözlerinin içine bakın. Umut görürsünüz, yaşam sevinciyle doludur. Herkes çözüme odaklı dünya görüşüne sahiptir. Trafik problemlerinden tutun da sokak adabına varıncaya kadar otokontrol sistemi hakim. İzmir sokaklarında küfre yer yoktur. Kimse kimsenin yediğine içtiğine karışmaz, inanç ve ibadet hürriyetine müdahale etmez. Etrafınızda tebessüm eden, kahkaha atan insanlar adeta kulaklarınıza mutluluğun formülünü fısıldar. Büyük şehirlerde yaşam semt semt değişir, İzmir’de her semtin ayrı bir ruhu vardır, değişmeyen tek kural, ben merkezli değil, biz “İzmir” yaşam sevinci. Sokak kedileri, köpekleri dahi mutludur bu şehirde. 
İzmir halkı için imkansız diye bir şey yoktur. Her sorunun çözümü insanların kendisidir aslında. Geçtiğimiz yıl yaşanan ağır deprem sonrası İzmir halkının kendi yaralarını kendileri sarabilmek için ne büyük fedakarlıklar yaptıklarını Tv ekranlarından duygulanarak izledik.
Kızılay tarafından kurulan barınma çadırlarında kimse kalmadı. Evleri hasar görmeyen aileler, depremzedeleri evlerinde misafir etmek için seferber oldular. O depremzedeler arasında benim çocuklarımda vardı. Oğluma ulaşamayan dostlarım beni arayarak “bizim misafirimiz olsunlar” diyenlerin samimiyetlerin samimiyetinden şüphem yoktu.                                           
Her yerde olduğu gibi felaketi fırsat bilip, sel önünden kütük kapma yarışına girenlere İzmir halkı fırsat vermemişti. Hırsızlığa, yağmaya karşı her İzmirli birer hafiye kesildi. Kendini bilmez açgözlü yaratıklara en güzel tedbiri almış, şiddete bulaşmadan en ağır cezayı vererek, gelen yardımları dükkânına stoklayan köfteci mekanına “Hırsız burada” yazarak, insan içine çıkamaz duruma sokmuştu. Adeta “bu şehrin ruhuna uymayan burada yaşayamaz!” dercesine o kişiyi kendi ruhuyla idama mahkum etti.
Yozgat’a gelecek olursak, hayattan ümidini kesmiş, ölümcül bir hastalığın pençesinde nekahet dönemini yaşayan hastanın ruh hali mevcut. Burada yaşam, ye-iç yat merkezli. İnsanların gözlerinde derin bir boşluk var. Hiç kimsenin yarın diye bir gailesi yok. Yozgat’ın yerli ailelerinden kimse kalmadı. Şehirlilerin boşluğunu köylerden gelenler doldurdu. Şehrimizdeki mülteci sorununda değinmeye lüzum bile görmüyorum. Her ırktan insana rastlamak mümkün! Köyler ise birkaç ailenin inisiyatifine teslim edildi. Köy okullarının kapatılmasıyla birlikte köylerin boşaltılması da hız kazandı. 
Çok değil, yirmi-otuz yıl geriye gittiğinizde yaşama dair ne çok değerlerimizi, sevinçlerimizi kaybettiğimizi net olarak görebiliyoruz.
Ağır geçen kış mevsimlerinin bile yaşam sevinci vardı. Cıvıl cıvıl çamlık eğlenceleri, kayak müsabakaları, İç Anadolu’nun en gözde halayları, çarşı içerisinde yer alan canlı müzik gazinoları, Takım elbise kravatla gidilen sinemaları, okullar arası yapılan spor müsabakaları, Tiyatro ve orta oyunları, Mayıs Haziran aylarında düzenlenen panayırlar, Âşıkların şenlendirdiği kahvehaneler.
Kısacası, düne baktığımızda bugün Yozgat ölüyor… Aslında kaybettiğimiz o değerleri şehrin ve insanlarının ruhuydu. 
Bugün Yozgat’ta yaşam, ezan ve sala arası. Ha bir de alkışlarımızla yücelttiğimiz kendi cellâtlarımız var. Yozgat’ı el birliğiyle öldürmeyi becerdiniz, varın siz yaşayın ruhlarımızın aziz hatırası!..
***
Yozgat Bozok Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Mustafa BÖYÜKATA Hocamın Annesine ALLAH’TAN Rahmet, Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.