BİR önceki yazımda Türkiye’nin küresel bir terör karşısında olduğunu, kıskaca alındığını yazmıştım.

Küresel aktörlerce uygulamaya konan projenin ana amacı İsrail’in güvenliği ve bunun içinde Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin parçalanması gerekli. Irak’ta istedikleri sonucu elde ettiler. Suriye’de ise arzuladıkları sonuca çok yakınlar. İran ambargo uygulamasıyla ekonomik yaptırım altında bocalamakta, ekonomik ve silah sanayi alanında boğazları sıkılmaktadır.

Bölücü projenin uygulanmasını 1984 yılında PKK terör oyununu uygulamaya koyarak başlattılar. Bu mücadele ağır ekonomi ve can bedeli vererek devam etmektedir.

Şimdilerde de Doğu Akdeniz’de Yunan piyonlarını kullanarak eskiden beri devam eden sorunu tekrar ısıtıp ortaya koydular.  Türkiye Uluslararası denizcilik yasalarına göre haklı olduğu konuda bile yalnız bırakıldı. En son da ABD’nin Savunma sanayimiz hedefli ambargo ile yeni bir eyleme kalkıştılar.

Bunları anlatırken olanların suçunu sadece dış güçlere atmak da yanlıştır. Kendimiz tedbirini almaz da, olan işlerden rakibini sorumlu tutarsak bu gerçeklerden kaçmak olur.

Sorunun tespiti baştan yanlış yapılmıştır. İlk anlarda PKK için “Üç beş çapulcu” diye küçük gösterilerek başlanılan mücadelede büyük hata yapıldı. Milli yapımıza tacizde bulunan, çatımızı çökertmek isteyen bölücüler, Türk ordusuna basit hedef gösterilerek mücadele gücümüzün tam kullanılması engellendi.

Siyasilerce Körfez savaşı öncesi ABD ye ileri tavizler verilmişti. Askerimiz Irak’ta ki savaşa müdahil olmak istemeyince de ABD nin düşmanlığı su yüzüne çıktı. Dolaysıyla Irak parçalandı ve sınırımızda Barzani yönetiminde bir Kürt oluşumu meydana getirildi.

Türk halkı da terör ve terör destekçileri karşısında sinmiş, destekleyen ülkeler onların morallerinin bozulmasına sebep oldu. Bu durumda da Türk milliyetçileri, ülkücüler devreye girerek askerde, sivilde ve koruculukta mücadelenin ön safında yer almış korkusuzca mücadele etti.

2003 yılında AB’ne PKK konusu taşınmış ve sorunun siyasallaşması çizgisinde önemli adımlar atılmıştır. 

O tarihlerde Türkiye’nin doğu ve Güneydoğu’su Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk, Kandil gibi isimlendirilen kamplarla çevrilmiştir.

Bu dönemde PKK maddi, terörist sayısı, iç ve dış destek, hem de savunma gereçleri bakımından en güçlü dönemini yaşamıştır. Soygun, Çocuk dilenciliği, hırsızlık, kap kaç, eroin, esrar ticareti, haraç alma sebebiyle ekonomik güçleri katlanmıştır.

Bizim önemli eksikliğimiz Türk siyasi konjonktüründe terörle mücadele için bir strateji belirlenmemiş, mücadelemizin belli bir strateji çizgisinde yapılmamış olmasıdır. Her gelen iktidar veya İç işleri bakanının inisiyatifi derecesinde mücadele yapılmıştır. Son yıllarda İç İşleri Bakanı Soylu‘nün yürüttüğü mücadele sistemli ve bilinçli bir amaca yöneliktir ve başarı oranın da yüksektir.

Sonuç; Bu sorundan kurtulmamız, projenin piyonlarından biri olan bölücülerin hayalden vazgeçmesi için Türk devletinin ekonomik, kültürel, siyasi ve Askeri gereçler bakımından güçlü bir ülke olmasına bağlıdır.