SARI Erdinç gene kendi Eşeklerine binerek. Ralli yarışmalarına hazırlanıyormuş gibi Köyü turluyor. Canan!... Halimle konuşmak için arada sırada bir şeyler bahane ederek evlerine gidiyor. Bazen de Pınarda buluşuyorlardı.
Halim!... Pınarın oluğuna yakın oturdu, derin derin iç çekiyordu.
Bir taraf tanda hafif mırıldanarak:
-Ondan hoşlandığımı. Onu çok Sevdiğimi söylemeliyim, diye.
İçten içe konuşarak dalıp gidiyordu.
Bazen de arada bir kendi kendine celallenerek…
“İkide bir. Halim abi!... demesi yok mu?… Ben senin nerden abin oluyorum?... Köyde bir sürü abin!... var. Ben seni abiden öte yarin!... olmak istiyorum” diyerek.
Gene her zamanki gibi kendi içinde daldı gitti. Bu sefer ki dalgınlığına fazla da fırsat vermeden ve bir diğer taraftan da kendini, Pınarın oluğundaki suda seyrederek.
Kendini de eleştirerek konuşuyordu.
“Senin yaşın yetmiiiş!… işin bitmiiiş!... sen “sakatsın” çocuğun olmuyor. O daha genç, seni kabul eder mi?.. bakalım” diye. Konuşma konferansını sürdürürken.
Suda seyrettiği resminin yanında, biri daha göründü.
Evet evet. Canan… sessizce yaklaşmıştı.
Halim bir anda ürkerek geriye döndü, ürkek ve utangaç sesle:
-Sen miydin?…
-Yoksa başka birini mi bekliyordun?...
Halim… boynunu bükerek mazlum ve garip edalarıyla:
-Garibin… Allahtan başka kimi olur?... dedi.
Canan Halimin mazlum laflarını tam bitirmeden:
-Ben varım ya!.. Her halükarda yanındayım. Yeter ki sen, uzanan elimi tut, dedi.
Halim duyduklarından etkilenmiş ve çok şaşırmıştı.
Bir anda kendine güveni arttı. İçindeki o söylemek isteyip de, söyleyemediği lafı pat diye bir anda söyledi:
-Allah için benimle evlenir misin?… dedi.
Canan şaşırmadı.
Çünkü. Halimi yeterince olmasa da, biraz tanıya bilmişti. Halim heyecandan titreyerek evlilik sorusuna cevap bekliyordu.
Onu daha bekletmek olmazdı. O da öyle yaptı:
-Eveet!… seninle evlenmeyi kabul ederim… Am’ma?... dedi.
Esen rüzgar esintisini kesti. Tuzlu Pınar şırıltısını, suyunu durdurarak. Sanki yasamı dondurmuştu.
Halim marşa basarak çalıştırılan bir araba gibi, yasamı tekrar çalıştırdı:
-Eeee ne demek am’ma?...
Canan hemen cevap vererek:
-Benim Annem Babam var. Onlarla konuşmam lazım, dedi.
-Doğruya , haklısın… dedi.
Ve ikisi de Sevgi, Sevda alış verişlerinde bulunarak, evlerine gitmek için ayaklandılar. Ağır ağır Köye doğru yürürken.
Halim:
-Bir dakika!… bekle, diyerek.
Fazla uzaklaşmadıkları. Pınara geri dönerek Pınarın alt başındaki çamura, solmasın diye sakladığı ve yeni topladığı sarı sarı yaprakları olan. Çiçekleri alarak , çamurlarını da Pınarın oluğundaki suda yıkayıp bir koşuda. Cananın yanına tekrar geldi. Sevgi sözcüklerini bir bir sıralayıp söyleyerek:
-Sabah devşirmiştim… Baharın, Sevginin, Dostluğun. Gülleri bunlar. Şu. Çiğdeme benzeyen beyaz çiçekleri olan çiçeklilerde. Öksüz oğlan…Çiçeklerin aralarında tek tük açarlar, o yüzden buna da. Öksüz oğlan denir, diyerek.
Çiçekleri ve Öksüz oğlanları verdi.
Köye girerken birlikte görülüp dedikodu olmasın diyerek. Yollarını ayırdılar.
Halim tedirginlik içinde bir koşuda tekrar geri gelerek:
-Canan!… dedi, sustu.
Oda söylenecekleri dinlemek için durakladı. Halimin buğulu gözlerine endişeli bir şekilde bakarak:
“Efendim, buyur'' Der gibi edalı edalı bakarak. Onun konuşmasını bekliyordu.
Halim çekinerek , birazda utanarak:
-Şeeey!.. var yaa!.. hıımm.. Benim çocuğum olmuyor. Yani ben hadımım!... dedi.
Anlından dökülen terlerin bir kısmı üstünde bulundukları.
Köprünün altından. Diğer bir kısmı da Köprünün üstünden akıyordu.
Canan:
-Biliyorum!… olsun. Evlilik sadece bu!... değil, diyerek.
Bir Keklik gibi, süzülerek gözlerden uzaklaşıp gitti.
Halim aheste aheste yürürken bir taraftan da kendi kendine konuşuyordu.
“Bu Köylüden de bir şey saklanmıyor. Kimden duymuş acep?.. diye.
Mırıldanıyordu. Çok mutluydu.
“Çok şükür Allah’ım. Beni de Seven çıktı. Beni de artık bir Adam!... yerine koyan var” diyerek.
Sevgi sözcüklerini. Cananın bazen yüzüne, bazen de gıybetine söyleyerek:
-Canımın Cananı… Bülbülüm Kanaryam , yalnız beyaz Güvercinim, kınalı Kekliğim, diye.
Dağa Taşa, Kurda Kuşa haykırarak anlatıyordu.
Nefis ve Şeytanda boş durmuyor.
Halimin nefsine fısıldıyordu
“Sen ona Gülüm diyorsun ya… O Köyün gençleriyle fingirdeşiyor!.... Yarın evlendiğinde Köyde çıkacak dedikodulara ne diyeceksin?. Ya bu çıkan laflardan, geri ayrılırsanız bu ayrılık acısına nasıl dayanacaksın?... diyerek.
Şeytan görevini Şeytanca fısıldıyordu.
Halim bir anda Nefis ve Şeytan fısıltılarına kanarak dondu kaldı.
“Ya doğruysa?” dedi.
Sustu… ve olduğu yerde adeta. Kör atın kazığa bağlandığı gibi çakıldı kaldı.
Daha sonra evine gelerek. Abdest aldı kaçırmadığı vakit Namazını kıldı.
“En güzeli gidilecek yer, ve sığınılacak yer. Rabbimin kapısıdır” diyerek. O’na ellerini açıp.
“Yarabbi sen bana. Şah damarımdan daha yakınsın. Sen her şeyi bilen , gören ve gözetensin. Senden , yine sana sığınıyorum” diyerek.
Göz yaslarıyla. Rabbine yakarışını eksik etmiyordu.
Aradan geçen günler. Halimle Cananın arasındaki Sevgi. Toprak oluyor, bağrında Sevgi tohumunu besliyor. Yağmur oluyor damla damla suluyor. Güneş olup. Gönüllerinde bir Çiçek gibi açıyordu.
Halim anasına nefsini ihbarda bulunarak akıl alıyordu:
-Ana!… her zamanki gibi. Canan kızla bugün de buluştuk. Uzanan ellerine vermediğim o ellerimi bugün verdim!… Bu yetmiyormuş gibi birde boynuna sarıldım. Bir mengene gibi sıktım!… ağladım ağladım kokusunu içime çektim, taa iliklerime işledi. Kurban ana… can ana. Sen söyle ne olur ben Nefsime mi uydum?. Yoksa yoksa. Şeytanın oyununa mı geldim?... diyerek.
Gözlerinden süzülerek akan ıylım ıylım yaşlara aldırmadan.
Anasının söyleyeceği sözlere kulağını iyice açarak dinliyordu. Anası:
-Oğlum!… onemli olan senin samimi niyetin. Bu gonu da sen ırahat ol. Ya niyetin onunla Allah’ın emrini yerine getirmeyip de. Evlene cam deyip. Onunla oynaşıp gulüşsen. İşte o zaman gorh oğlum, diyerek.
Oğlunun endişelerini hafifletmek için yardımcı oluyor;
“Gene de. Helal’in olup, nikahın gıyılana gadar fazla dohunma” diyerek öğütlüyordu…
Selam ve dua’larımla.