''BİRBİRİMİZİ anlamamız için aynı dili konuşmamıza gerek yok. Ezildikten sonra hepimiz aynı şarabız.” 2005 yılında yaşamının en üretken döneminde aramızdan ayrılan Karadeniz’in asi delikanlısı Kazım Koyuncu’ya ait bu söz. Bu söze katılmamak mümkün mü? İnsanların birbirini anlaması için aynı dili konuşması gerekmiyor.
Her ölüm erken ölümdür. Ölümün erkeni, geç kalmışı olur mu? Olmaz ki. Günün herhangi bir saatinde, belki çok yakınımızın, belki hiç merhaba demediğimiz, belki de yüzünü hiç görmediğimiz bir insanın ölüm haberini aldığımız an susar kalırız.
Anlık insani bir reflekstir bu. Ölüm karşısında çaresizliğin tepkisidir. Suskunluğumuz ya beraber yaşadığımız bir an içindir; ya da ölen kişinin tanık olmadığımız iyi ya da kötü yaşadığı bir anı olduğunu düşünmek içindir. Özellikle doğal afetlerde, dünyanın hâkimi olduğunu düşünen ülkelerin silah, petrol, din, ırk ayrımı nedeniyle dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan savaşlarda, binlerce insan düşer toprağa. Orta Doğu’da, haritada yerini zor bulduğumuz Afrika’da.
İnsanın var olduğu her yerde savaş, cinayet, kaza, doğal afet ve doğumdan sonra kaçınılmaz sonun ölüm olduğunu bilenlerin, ölenin ardından “Fatiha” okuması için tanıması da gerekmez.
Kirli savaşların, kirletilmiş siyasetlerle yarıştığı günümüzde, komşularının ölüm listesini yaptığını, zamanı geldiğinde kullanacağı silahları bile hazırladığını söyleyenlerin varlığını bilmek ne kadar ürkütücü. Hele bu insanların toplum içinde bir yeri olduğunu varsayıp “Sehven söylemiş,” diyerek affı şahaneye mazhar olması ne kadar düşündürücü.
Yıllarca yan yana yaşadığınız; “Tuz, şeker kalmamış.” diye günün herhangi bir saatinde kapısını çaldığınız komşunuzun acısını paylaşmak için onunla aynı dili konuşup konuşmadığınızı hiç düşündüğünüz oldu mu?
Sizden binlerce, kilometre uzakta savaş, salgın, hastalık, doğal afet gibi; bir caninin, bir sapığın katlettiği kadın, erkek, çocuk için yüreğiniz acırken onun dilini, dinini, inancını, ırkını sorguladınız mı? Düşmanın, dostun ölümü karşısındaki çaresizliğinizle, canlıların ölüm karşısında eşit olduğunu hissettiğiniz olmadı mı? Ve yaşanan her ölüm haberi ile ruhunuzun basınç altında kaldığını, kalbinizin aynı oranda ağrıdığını fark ettiniz mi?
Son günlerde İzmir’de deprem, aylardır Dünyada covid-19 nedeniyle ölenleri duydukça sorguladım kendimi. Bulduğum, kendime verdiğim cevap hep aynı oldu. Ölüm karşısında çaresiz olan insanoğlu; acıyı hissetmek ve paylaşmakta ortak duygulara sahiptir, olmalıdır.
Her ölüm beraberinde “Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı.” sözünü hatırlatır bana. Ve bir de “Benim için Güneydoğu ile Karadeniz’in tek farkı Diyarbakır’da deniz olmaması.” diyen Kazım Koyuncu’yu.
Biliyorum, kapkara bir yazı oldu. Belki, yarıda bıraktınız okumayı.
İnsan ömrü de belki baharında, belki kırkıncı, belki sekseninci yılında yaşayacak onca şeyi varken yarıda kalmıyor mu?
Ölümün Edirne’den Kars’a, Yozgat’tan Diyarbakır’a, İstanbul’dan Orta Doğu’ya, Konya’dan Afrika’ya ve en önemlisi de ense denilen vücut coğrafyamızda olduğunu hissederek, yarım kalsa da yaşamak istediklerimiz, yaşadığımız süre içinde insanca bir yaşam sürmeli biz insanoğlu.