BİR gün bir grup adam gelmiş, hamam yaptıktan sonra üzerilerini giyindiklerinde Himmet içlerinden birini tanımış, çıkıp giderlerken de hamam görevlisi olan Himmet: 
“Sıhhatler olsun Ömer Efendi.” diyerek esenlikler dilemiş, selamladığı kişi de cevaben: 
“Hemşehrim, beni birine benzettiniz galiba, adım Ömer değil, Yakup!” diyerek geçiştirmek istemişti.  
Himmet, selamladığı kişiden oldukça emindi. Arkadaşı Osman Çavuş'un yanına giderek,  
Biraz önceki çıkanları tanıdın mı?”  
“Hayır, tanıyamadım, kimdi?”  
Tiftik köyünden Kütük Seyit’in oğlu Ömer (Katil Ömer).”  
“Hakkında ölüm cezası olduğu için demek buralara kadar gelmiş.”  
Bir gün sonra aynı kişiler hamama tekrar gelerek banyo yaptılar, hamamın işletmecisi Tokatlı hemşehrisi olduğundan çalışanlar hakkında bilgi alan yedi kişiden biri Katil Ömer ve diğeri de kendisi gibi hapishane firarisi olan Tokatlı arkadaşı, Yozgatlı Osman Çavuş ve Himmet ile tanışmak isteğinde bulundular. Her iki hemşehrisini de evine davet ederek, ziyafet çekmek istediğini söyledi. Himmet kuşkuyla yaklaşsa da Osman Çavuş teklife olumlu yanıt verdi. İş çıkışı Ömer’in evine gittiler. Yediler, içtiler, vaktin hayli geç olduğunu söyleyen Ömer: 
“Yatak hazırlattım, bu gece burada kalın, sabah gidersiniz.”  ısrarında bulundu. 
Firari Ömer’in aşırı ısrarı, Osman Çavuş'u da şüphelendirmiş, geçmişte yaşanan hadisede Ömer’in öldürdüğü kişiler arasında kendisinin akrabalarının da olduğu aklına gelmişti. Tam yatak odalarına çekilecekleri sırada, Ömer’in koluna giren Osman Çavuş: 
“Bak hemşehrim, sen bizden işkillendin, biz burada başka bir görev maksadıyla bulunuyoruz, sen müsterih ol. Eğer seninle alakalı bir hesap içinde olsaydık, kendimizi sana tanıtmadan elimizden geleni zaten yapardık. Biz burada kan davası için değil, vatan sevdası için bulunuyoruz. Düşmanımız da vatanımızı derdest eden Yunanlılardır.” sözleriyle onu rahatlatmaya çalıştı.  
Altı ay boyunca İzmir Karataş’taki hamamda görev yaptılar, fırsat buldukça da Firari Ömer ile bir araya geldiler. Ülkenin oldukça karışık günlerden geçmesi sebebiyle, suçunun affa uğrayıp uğramadığını merak ederek: 
“Osman Çavuş, şu benim dosyayı bir soruştur bakalım, herhangi bir af var mı? Yoksa hâlâ firarimi gözüküyorum?” diye sordu. 
Osman Çavuş da yaptırdığı tahkikat sonucunda henüz affa uğramadığı haberini vermişti ona. Ömer’in bunu sormadaki maksadı; eğer affa uğramış olsaydı, en yakın askerî birliğe müracaatta bulunarak, ülkenin zor günlerinde vatan müdafaasında bulunmak arzusu olduğundandı.  
Osman Çavuş ve Himmet’in İzmir’deki görevi tamamlanmış, birliklerine dönme emri gelmişti. Yakın köylüsü Tiftikli Ömer’i ziyaret ederek, bir isteği olup olmadığını sordular ve onunla vedalaştılar. Ömer, geçmişte yaşananlardan büyük üzüntü duyduğunu, eğer sağ salim memlekete dönerlerse, geride kalan eşi ve çocuklarına selam etmelerini söyledi. Sarılarak ayrıldılar.  
İşgal bölgesinden Ankara’ya gelirken de uğradıkları köy ve kasabalardan düşman hakkında bilgiler topladılar ve Eskişehir civarındaki birliklerine intikal ettiler. Topladıkları bilgiler tüyler ürperticiydi. Yunan askerleri ve gayrimüslim nüfus, Türk-Müslüman ahaliye en adi felaketleri yaşatmakla kalmıyordu. Düşmanın ayağıyla kirlettiği sadece vatan toprağı değil, ar namus vahametleri de hat safhaya ulaşmıştı.  
Türk Milleti, Yemen, Galiçya, Bağdat, Filistin Cepheleri'nde İslam Sancağını dalgalandırabilmek için İngiliz, Fransız, Rus, İtalyan gibi devletlerle savaşırken, öz yurdunu savunmasız bırakmıştı. Dün Türk milletinin uşaklığını yapan kötü Yunan, İngilizlerle iş birliği ederek, hayâsızca fecaatler gerçekleştiriyor, felaketler yaşatıyordu.  
Osman Çavuş, işgal bölgelerinde yaşanan acı hadiseleri düşündükçe çılgına dönüyor, Cephe'den kaçmak niyetindeki hemşehrilerine:  
“Orada kirlenen ar namus sizlerin anaları, bacıları, kızları da olabilirdi. Eğer cepheden firar ederseniz, Yunan’ın oraya gelmeyeceği ne malum?” çıkışıyla firarın önüne geçmeye çalışıyordu.  
Oldukça sabırsız biriydi Osman Çavuş. Taarruz hazırlıkları devam ettiği günlerde, Subay ve Astsubaylarla bir araya geldiği esnada, sözü Yunan fecaatlerine getiriyor: 
Kumandanım biz daha ne bekliyoruz? Yunan bir günlük yol ötemizde halkımıza bunca acılar yaşatırken bizler, burada, mevzilerimizde sadece oturuyor, olabilecek düşman taarruzuna karşı siper bekliyoruz, benim tahammülüm kalmadı.” diyerek sabırsızlığını dile getiriyordu.  
Bölük Komutanı Osman Çavuş’u iyi biliyor, hislerine tercümanlık etse de, onun bu kadar hissi düşünmesi, huzurunu kaçırıyordu.  
Bölükteki görevli Çavuşlardan bazıları, Osman Çavuş hakkında komutanlarına:  
“Osman Çavuş sizin yanınızda aslan gibi kükrese de, aslında o kadar da cesaretli ve gözü kara birisi değil.” diyerek, gözden düşürme girişiminde bulunmuşlardı.  
Bölük Komutanı da Osman Çavuş'un cesaretini test etmek için çadırına çağırtıp, şu emri vermişti: 
“Osman Çavuş, sana bir görev vereceğim. Gideceksin, düşman hatları önüne çekmiş olduğu tel örgüden bir parça kesip getireceksin, bakalım elimizdeki makaslar bu telleri kesmeye yeterli mi?”  “Emredersiniz Kumandanım!” diyerek kendisine uzatılan tel makasını kavradığı gibi düşman hatlarının bulunduğu bölgeye doğru yürüdü. 
Yanına ne bir silah ne de bıçak almıştı. Bir tepenin üzerine çıkarak telle çevrili hattı gözleriyle süzdü, kendisini gizleyerek gidebileceği istikameti gözüne kestirdi, sürünerek ilerledi. Düşman mevzileri, tel örgülerin elli metre gerisindeydi. Tellere ulaşarak bir parça kesti ve görünmeden tekrar birliğinin bulunduğu bölgeye doğru sürünerek ilerledi. Tepeyi aşınca da yürüyerek kumandanın çadırına gitti: 
“Emriniz, vukuatsız olarak yerine getirilmiştir Kumandanım.” tekmilini verdi. 
Kumandan teli eline aldı, inceledi. Sonra da Osman Çavuş'a: 
“Hani makas?” diye sordu. 
Osman Çavuş, sabırsızlığı yüzünden makası orada unuttuğunu hatırladı. 
“Unuttum kumandanım, hemen alıp geleyim.” dedi ve gerisin geri koşmaya başladı.