GÜNEŞ sahibinden aldığı emirle  ışığını  ve  ısısını cömertçe  yeryüzüne yayarak her tarafa çöreklenmiş uyuyordu.
Kaynana  Telli  Hacer,  öfkeli  bir  şekilde  tarladaki ırgatçılara hazırladığı  sıcak  bazlamaları  göstererek;
 -Biraz daha gecikirsek baban ikimizi  de öldürür, dedi ve tavukların  gıdaklamasına, güvercinlerin ahırdan dışarı  çıkarken  kanat  çırpışlarına  aldırmadan  azık  çantasını Satı  Gelin’in  eline  verdi öfke öğüdüyle;
-Sağda solda  sallanma!... diyerek, Satı Gelin’i  alçı  yolunda  ırgatlık  işleyen  kocası  ve  oğullarının  bulunduğu  tarlaya gönderdi. 
***
Güneş doğar alcı yolu  şenlenir.   
Çiçek  açar  her  tarafı  güllenir.   
Kuşlar  öter  böcekleri  dillenir.   
Sabahlar  güzeldi  benim  köyümde. 
***
Satı Gelin, mazlumluk  zırhına  büründü,  ırgatların  azıklarını da   sırtlanarak;
-Karnımdaki çocukla o kadar yolu   gelin başımla nasıl giderim anacığım? diye sessizce mırıldanarak yola koyuldu.
Tarlalardan  gelen  kuş  seslerini  dinleyerek;
-Ya, yarı yolda  sancım  tutarda  yolda  doğurursam... diyerek  duygulu  bir  şekilde  ve  bir  leylek  gibi  kırık kanatlarıyla  süzülerek  yürüdü.
-Ekinler  sararmış  yakında  onlar  da  biçilir, diyordu  bir taraftan  da.
-Sıcak  beynime  geçti  şu  ilerdeki  dalların  altında  biraz  dinleneyim, dedi.
Uçuşan Cırıl kuşları ve arada bir  önünden zıplayarak geçen çekirgeler, yılanlara  benzeyen  ayaklı  kertenkeleler  Satı Gelin’i  korkutuyordu:
-Nihayet ağaçların gölgesine de geldim....dedi ve sessiz sedasız süzülerek  akıp giden suyla ellerini ve yüzünü yıkadı.
-Çok şükür biraz rahatladım... diyerek  kendine  rahatlık  süsü  veriyordu.
Ağaçlardaki  kuşlar  hep  birlikte  Satı  Gelin’i  korkutarak  ve  ürküterek   kanat  çırptılar.  Sessiz  sedasız  akan  su  çağıldadı.  Satı Gelin, oturduğu  yerden  tek  elini  beline  koyarak çıkardığı  iniltilerle  karıncaları  yuvasından  çıkartarak,  adeta onlara üçüncü  çocuğunun  ayak  seslerini  dinletiyordu.
Satı Gelin,  daha  önce  iki  çocuk  doğurduğu  için  acı dışında  başka  sıkıntısı  yokmuş  gibi  davranıyor  ve ara  ara  yoklayan  sancıların  arasında;
-Yemeği de geciktirdim soğudu, buz  gibi oldu...
Bana da kızarlar mı?
Ya beni bu ıssız yerde bu halde birileri görürse!. 
Acep çocuk oğlan  mı?.  Ya kız ise!...
Babam, anam beni  keserler... diyerek  kafasındaki soruları çoğaltırken; Satı  Gelin’in ağzından  çıkan  feryat figan sesleri  haksızlığa, yalnızlığa, anlaşılmamaya isyan edercesine yankılanıyordu.
Tarlalardaki ekinler, gölgesinde yattığı ağaçların yaprakları,  yel estirerek bir  o yana bir bu yana sallanıp Satı Gelin’e  dua ederek çığlık atıyorlardı. Bu çığlıklar senfonisine assolistlik yaparak acı sesleriyle dünyaya “Merhaba” diyen bebek  gökyüzünü  sarsıyordu.   
Satı yavaşça  doğrularak;
-Çok  şükür  Allah’ım,  dedi. 
Heyecanla, acılarına aldırmadan;
-Acep  oğlan  mı? diye  mırıldandı. 
Kız olduğunu gördü. Kaşlarını  çattı.
-Ben babama ne diyeceğim?... diyerek  ürkek  hareketlerle  çocuğun  göbeğini taşla  vurarak,  kesip  düğümledi  ve  güneşin  ışığıyla  pırıldayarak  akan  suda  yavrusunu  yıkayarak,  önlüğüne  de sarıp  sarmalayıp:
-Geç  kaldım... dedi ve azık çantasını  da alarak ırgatlık tarlasına doğru sızı ve acılarına aldırmadan yürüdü
Şükrü  ağa:
-Yemek  gecikti!... diyerek çıldırmış  gibi, sağa sola saldırıp, tarladaki ekinleri  tekmeliyordu.
Yusuf  durakladı:
-Geliyor!... diyerek, bir taraftan da öfke yelleri  estirdi;
-Yengem!!! Yengem!!! Yalnız, deyip yardımına koştu. Yusuf annesine öfkelenerek;
-Yemeği annem eşeğe binerek getirecekti. Neden böyle yaptı? diyerek öfkesini sürdürüyordu.
Şükrü Ağa, Satı’ya kaşlarını çatarak,  ses tonunu da  yükseltti. Korkudan uçuşan kuşlar, nameli ötüşlerini  kestiler. Öfkeyle yükselen ses:
-Nerede kaldın kızım?!... Çabuk şu  kağnının gölgesine sofrayı kur, açlıktan sıcak beynime, beynime geçti...diyerek sadece karnının gurultusunu düşünüyordu.
Sofra kuruldu, torba  yoğurdundan  da  ayran yapıldı.
-Bazlamalar soğumuş, dedi. Allah  kimseyi açlıkla terbiye etmesin... diyerek karınlarına lokmalar düştükçe Allah anıldı.
Satı Gelin’in kocası:
-O önlüğünde sarılı olan nedir?  dedi.
Satı, ezile büzüle kısık bir sesle ve utanarak;
-Yolda doğurdum, dedi ve lafını bitirmeden hep bir ğızdan şaşkınlıklarını  yankılandırarak çocuğa doğru koştular.
-Oğlan mı?...  oğlan mı?... dediler.
Yusuf, babasına ve abisine öfkelenerek gördüklerinin  ve duyduklarının  şokunu  kağnının  tekerine  tarladaki kesekleri  tekmeleyerek ve anlatamadığı bu cehalete kızarak, gözlerinden  süzülerek  akan  çaresizlik yaşlarını da  ılıkça  esen rüzgara  sildiriyordu.
Selam ve dua’larımla.