-GİRİŞ-
Ülke gündeminin en önemli başlıklarından birisini Suriyeli göçmenlere vatandaşlık hakkı verilmesi tartışmaları oluşturuyor. 
Bu soruna siyasi yaklaşımlar yapılmakla birlikte konunun asıl önemli  boyutu  hukuki bulunuyor. Çünkü vatandaşlık kavramı, vatandaş olma koşulları, millet, millet olma unsurları gibi hususlar Anayasa ve yasalarda zemin bulan hukuki kavramlardır.  
Birçok tartışmada olduğu gibi bilimsel değerlendirmeler yerine siyasi yapıların kendi taraftarlarına yönelik mesajlar ve sloganlarla sınırlı cepheleşmeler yapıldığından konuyu hukuk bilimi açısından değerlendirme ihtiyacı duymuş bulunuyorum. 

-MİLLİYETÇİLİK VE MİLLET KAVRAMLARI-

Milliyetçilik;  kişinin kendini ait hissettiği milleti sevmesi, milletinin  geçmişi ile gurur duyup geleceği ile düşünceler beslemesi, milletinin çıkarlarını gözetmesi ve  başkaca yararlardan üstün tutmasıdır.
Milliyetçilik  kavramı açıklanırken zorunlu olarak “Millet”in ne olduğunun da tartışılması gerekir. Bilim adamları, hukukçular, siyasetçiler, tarihçilerin üzerinde yüzde yüz uzlaşmaya vardığı bir millet tarifinden söz etmek mümkün değildir. Ancak genel kabullere göre millet; birbirleriyle çeşitli maddi ve manevi ortak noktaları olan insan toplulukları olarak tanımlanmaktadır. Bu ortak noktalar;  belirlenebilir, ortaya çıkarabilir,  somut noktalar ise objektif bağlardan; yok eğer  niyet, amaç, ideal gibi düşünsel ve  soyut bağlardan oluşuyor ise sübjektif bağlardan söz edilmektedir. 
Din bağı, soy bağı, dil bağı gibi bağlar tespit edilebilir unsurlar olduğundan,  objektif milliyetçilik anlayışında,  bu bağlar, millet olmak için yeterli veya gerekli sayılmaktadır. Ancak insanlar arasındaki sosyal, siyasal, ekonomik ilişkilerin artması,  zaman içerisinde  başka yaklaşımları doğurduğundan ortak geçmiş, aynı mazi, iyi ve kötü günlerin birlikte geçirilmesi, ortak  hedeflerin gözetilmesi, ortak ideal birlikteliklerinin yeterli görüldüğü bir anlayışa  ihtiyaç duyulmuş buna  ise sübjektif yaklaşım denilmiştir.  
Bizim  Anayasalarımızda  mevzuatımızda  objektif yaklaşımın izlerini görmek mümkün olmakla birlikte  çoğu zaman sübjektif yaklaşımın tercih edildiği bilinmektedir. 
Türk Milletinin genelde homojen bir toplum olması ve fertler arasında ırk, din, dil gibi somut bağların var olmasına rağmen demokratik, insancıl, uzlaştırıcı, kapsayıcı ve kucaklayıcı düşüncelerle hiçbir unsuru dışarıda bırakmayacak bir şekilde   sübjektif milliyetçilik anlayışı ile hukuk normlarımızın  düzenlendiği bir gerçekliktir.  
Her anayasa çalışmamızda bir  kaygının taşındığı görülmektedir.   Kimi zaman milliyetçilik kavramı yerine “Millilik” “Milli Devlet” “Atatürk Milliyetçiliği” gibi kavramlara başvurulmasının asıl sebebi  de bu kaygıdır.  
Yabancı dildeki karşılığı nasyonalizm olan milliyetçiliğin ırkçılığı çağrıştırdığı kaygısıyla hukuk normları metinlerinde gel-git yaşayan anayasa yapıcı ve yasa koyucu kimi zamanlarda ara yol bularak milliyetçilik temasını başlangıç hükümlerinde işlemiş, madde düzenlemelerinde ise daha kapsayıcı tanımlara yönelmiştir. 
Atatürk’ün milliyetçilik yaklaşımında da din ayrımı, inanç ayrımı, etkin köken ayrımı, ırk ayrımı gözetmeksizin kapsayıcı, kucaklayıcı, dahil edici milliyetçilik anlayışına vurgu yaptığını söylemek mümkündür. Atatürk Milliyetçiliğinde hiçbir vatandaş kendisini millet kavramından soyutlanmış veya dışlanmış hissedemez. En bilinen söylemle “Ne Mutlu Türküm Diyene.” yaklaşımı, dışarıda hiç kimseyi bırakmamaktadır. Buradan hareketle Atatürk’ün,  hukuk normları düzenlenirken sübjektif milliyetçilik anlayışını tercih ettiğini söylemek mümkündür. 

- 1921 TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU’NDA MİLLİYETÇİLİK –

Osmanlı dönemindeki anayasa faaliyetlerinden sonra Türk Devletinin ve Cumhuriyet tarihimizin ilk anayasası olan bu düzenleme de  millet iradesi padişah iradesinin yerine geçmiştir. 
1.Maddede  “Hakimiyet bila kaydu şart milletindir.”, 5. Maddede “... Büyük Millet Meclisi azasının her biri kendini intihap eden vilayetin ayrıca vekili olmayıp umum milletin vekilidir.” denilen bu kısa Anayasada 29 Ekim 1923’te yapılan büyük değişiklikle “Cumhuriyet” kavramı Anayasaya girmiş  aynı yıl yapılan değişikliklerle Türk Devletinin resmi dilinin Türkçe, dininin  de İslam olduğu Anayasaya yazılmıştır. 
Milliyetçilik kavramının ve millet kavramının tarif edilmediği bu Anayasada dönemin koşullarına uygun olarak imparatorluktan ulus devlete geçişin sonucundan hareketle egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu vurgusu yapılmıştır. 
Resmi dilin Türkçe olduğunun Anayasaya  geçirilmesi objektif milliyetçilik anlayışı çağrışımı yapmakta ise de  bu durumun bütün modern anayasaların bir gereği olması nedeniyle Anayasanın tamamında bu yaklaşımın sergilendiğini söylemeye imkan bulunmamaktadır. 

(Devamı haftaya)