Seni sevmek için senden kaçıyorum sevgili. Biraz daha yakın olmak, ıssız kuytularında gezinebilmek, uçsuz bucaksız serin sularında özgürce kulaç atmak için bir adım daha gidiyorum ötelere.
Biraz daha ıssızlaşıyorum kendi içime. Biraz daha yalnızlaşıyorum kendime. Kendi kuytularıma sokulmalarım ıraklaştıkça yakınlaştırıyor beni sana.
Senden kaçmak iyileştiriyor yaralarımı. İyileşen yaralarımın kabuk bağlamış sıyrıklarının sevinciyle biraz daha sokuluyorum kendi yalnızlığıma.
Senden ayrı düşmek kendime yaklaştırıyor kendimi.
Senden her bir kaçışımda biraz daha yaklaşıyorum kendim olan sana.
Senden kaçmak bir sürgünü andırıyor sevgili.
Sen bilmezsin. Ben sürgünlerin yetiştirdiği çocuğum.
Her bir sürgün farklı bir iz bıraktı bende. Her bir sürgün acıyla birlikte biraz daha yalnızlaştırdı beni.
Dedim ya sevgili, ben sürgünlerin çocuğuyum.
En büyük sürgünüm sanadır. Sana her sürgün yememde biraz daha sokuldum sevgi ılıklığına. Aşk şefkat elin, hep yüzümde ve parmaklarımda gezindi.
Ve her sürgünde biraz daha yaklaştım yalnızlığın korkutan gerçekliğine.
Sırtına yüklenen koca bir kayayı yokuş yukarı çıkan bir adamı andırıyor senin kalabalık köşelerinden kendi yalnızlığıma doğru ilerlemek.
Soluk soluğa kalmış bir koşucunun finale vardığında önce ellerini havaya kaldırıp sonra da avuçlarını diz kapaklarına dayayarak derin derin nefes alıp vermesidir sensizliğe doğru ilerlemek.
Senden kaçmak sahiden senden kaçmak mıdır sevgili?
Bir ikindi yağmurunda ellerini iki yana açıp denize karşı duran bir aşıktır kendi özüm.
Ne kadar da ıslanırsam ıslanayım, yağmur taneleri ne kadar bedenime değerse değsin sensizliğin kör yangınını gidermez.
Yağmurlara koşmaktır sevgili, ıslanmaktır, sırılsıklam olmaktır, sensiz bahar sabahlarına uyanmaktır kendi yalnızlığıma biraz daha çekilmem.
Bırak sevgili ıslanayım, tepeden tırnağa kaçmalarım olsun, sarı çiğdemler bahar yağmurlarıyla açarken bozkırın tepelerinde ben sensiz sabahlara uyanmalıyım seninle.
Düş yanığı yalnızlıklar yüklemeliyim dağarcığıma. Hiç kimsenin bilmediği, hiçbir faninin görmediği, hiçbir dâhinin çözemediği bilmecelerim olmalı iç cebimde. Sadece senden sana kaçmalarımı yüklemeliyim heybeme.
Çok sürgün yaşadım sevgili. Her sürgün bende ayrı bir iz, ayrı bir yara, ayrı bir acı ve ayrı bir garip haz bıraktı. Kendi içime yaşadığım sürgün hepsinden daha keskindi.
Kendi içeme yaşadığım sürgünler yaklaştırdı beni sana. Hiçbir sürgün kendi içime yaşadığım sürgün kadar sevimli ve sevecen gelmedi bana. Çünkü o sürgünün sonunda sen vardın. Sana kavuşmak vardı.
Kıyılarında kollarımı iki yana açıp sevda yağmurunda tepeden tırnağa kadar ıslanmak vardı.
Özlem vardı sevgili.
Hasret vardı içten içe.
Kavuşmanın tuhaf hazlarla bezediği ve yoğurduğu sevgi tomurcukları vardı avuç içlerimde biriktirdiğim.
Sürgünler diyarından kovulan sürgün zedeyim gibiyim sevgili.
Her özlem ve hasret kendi içerisinde bir kavuşma barındırır bilirsin sevgili.
Ben kendi toprağıma hasret ve özlem ekiyorum sevgili seni filizlendirmenin hayaliyle.
Ben kendimden sana kaçıyorum sevgili.
Senden kurtulmak mı sanıyorsun kendimden kaçmayı?
Sana kavuşmaktır, sana biraz daha yaklaşmaktır, kuytularına ve kıyılarına biraz daha sokulmaktır senden sana kaçmalarımın adı.
Bir yağmur sonrası bozkırda açan sarı çiğdemleri andırır senden kaçmalarım. Kendi toprağıma hasret ekiyorum sevgili.
Her kaçışım bir yağmurdur ve bu kaçışın sonunda içimde sevda çiğdemleri filizlenir. Sende kaçmanın adıdır sana kavuşmak.
İki kayısı ağacının ortasında oturuyorum. Etrafımda üzüm çubukları. Her bir çubukta siyah iri üzüm salkımları duruyor. Salkım taneleri bana kışın bir adım daha yaklaştığını anımsatıyor.
İki kayısı ağacının ortasında sırtüstü uzanıyorum. Mavi gökyüzünü seyrediyorum. Akşamın karanlığında mavi gökyüzünde belirecek olan yıldızları düşlüyorum.
Nasılda parlıyorlar.
Bir yaz ortasında kışı hayal eden ve gün ortasında yıldızları düşleyen bir adam olarak kendi yalnızlığıma gidiyorum sana biraz daha yaklaşmak için sevgili.
İki kayısı ağacının altında karşıdaki dut ağacının çoktan dökülen dutlarının tadını damakta hissetmek karmaşık bir duygu sevgili. Yanı başımdaki siyah üzüm salkımlarını beyaz üzüm salkımları olarak hayal etmek ve dişlemek gibi bir duygu senden sana kaçmalarım.
Bağ bitiminde, ilerdeki otların ve çalıların arasından iki yaban tavşanı geçiyor. İçime bir ferahlık doluyor. Gülümsüyor gözlerim ve yüzüm. İki kayısı ağacının ortasında kırmızı toprağa sırtını yaslayan bir adam sevdiğine biraz daha yaklaşmak için sevdiğinden kaçıyor.
Biraz daha özlem, biraz daha hasret biriktiriyor heybesine kavuşmanın ümidini kirpiklerinin arkasında saklayarak.
Her bir özlem ve her bir hasret kendi içerisinde sevgiliye kavuşmak barındırır. İki kayısı ağacının ortasında kırmızı toprağa sırtını bırakan adam sevgiliye kavuşmak için kendi yalnızlığına çekiliyor sessizce. İki yaban tavşanı geçiyor çalıların ve otların arasından. Gülümsüyorum peşleri sıra.
Bilirsin sevgili bu benim senden ilk kaçışlarım değil. Daha öncede kaçtım bendeki sana. Son olmayacak biliyorsun.
Ne kadar uzaklaşırsam gözlerinden, sabah kırağılarını andıran gözlerinin buğusu biraz daha içime içime işleyecek.
Ne zaman kalbinden uzağa gitsem kalbinin en sevecen köşelerinde bulurum kendimi.
Ferahlarım. Huzur sadece bende hakim olur sanırım.
Bir tarla kuşu kadar özgür hissederim sendeki beni.
“Kaçmak bir insana bu kadar mı yakışır” diyorsun gözlerinin mercan aralıklarından bakarak.
Kaçtıkça sana yaklaşan, yakınlaşan, kuytunda soluklanan, nefesinle ferahlanan, senden giden ve senden uzaklaşan her bir adımımda bir adım daha yaklaşıyorum gözlerinin mercan kıyılarına.
Bir günah mı senden yine sana kaçmalarım?
Bir suç mu senden, yine sana kavuşmak için kendi yalnızlığıma çekilmelerim?
Yaşamın en büyük ayıbını işlemiş ve bu ayıpla utangaçlığı yüzüne vurmuş bir adam mı oluyorum şimdi iki kayısı ağacının altında?
Büyük bir hata mıdır sevgili senden kaçıp yine senin serin sevgi kıyılarında ferahlamak?
Mahcup bir insanın sevdalının karşısında boyun bükmesindeki yüz kızarıklığı mıdır senden kaçışlarım?
Bütün kaçışları, sığınışları, kuytuya çekilişleri gömmeli mi yerin yedi kat dibine?
Uykusundan uyanan şaşkın şaşkın etrafına bakan bir insanın haline dönüşmeli mi senden kaçışlarım?
Ben her kaçışımda benim içimdeki bir başka senle karşılaşıyorum sevgili.
Duvarlara çarpan sesler gibiyim.
Hep aynı kıyılara vuran dalgaları andırıyorum.
Farkında değilsin sevgili senden kaçışlarımın asıl sana olduğunun.
Sesler yankı yapıyor. Yankı yapan sesler yine bana geliyor.
İki aynanın karşılıklı birbirine bakmasını andırıyor sevgili senden sana kaçmalarım. Hep kendimde seni, sende kendimi görüyorum.
Gözlerini ışığa karşı tutup, ışığın aksinden dayanamadığında gözlerini kapatan hoyrat bir adam gibiyim buğulu bakışlarında eriyen.
Ben senden, sende seni bulmak için kaçıyorum sevgili.
Hep sana doğru kayan bir yıldız gibiyim.
İçimde nehirler büyüyor. Çağlayanlar çağlıyor. Uzun kavak ağaçlarının yanında uğultuyla geçen ırmaklarım var benim sevgili.
Yelelerini savurarak özgürlüğe doğru koşan bozkır atları depreşiyor içimde.
Sana doğru koşuyorum sevgili senden.
Sislerin arkasından beliren bir aydınlıktır içimde biriktirdiğim sana olan özlemlerim.
Her bir kaçışım toprağa düşen bir tohumdur sevgili. Zamanla yeşerecek ve filizlenecektir mercan bakışlarının arasında.
Bilirsin sevgili her özlem kavuşmanın yol levhalarıdır. Bütün özlem işaretler sana çıkıyor.
Kendimden ve senden kaçarak büyüttüğüm özlemlerim ve hasretim biraz daha yeşeriyor kalp toprağımda.
Ben sürgünlerin çocuğuyum sevgili. Çok sürgün yaşadım, çok sürgün gördüm.
Sürgünler şehrinden, sürgünler diyarına sürgün edilen tuhaf bir yolcuyum.
Hep sürgünler yaşadım sevgili.
En büyük sürgünüm sanadır.
İki kayısı ağacının ortasında kırmızı toprağa sırtını yaslamış sürgünler ülkesinden sana sürgün edilen bir sürgün zedeyim.
Karşımda meyvelerini çoktan dökmüş dut ağacı duruyor. Bir üzüm bağında salkım tanelerini koparmanın zevkini yaşadım bilmediğim, hatırlamadığım zamanlarda.
Bir sürgün yaşıyorum sevgili.
Her bir sürgünüm ve kaçışlarım sanadır.
Ve her bir sürgünde bir adım daha yaklaşıyorum senden kaçtığım sana…