Bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden, bizleri Müslümanlıkla şereflendiren ve bizlere sayısız nimetler ihsan eden yüce Rabbimize şükürler olsun!
    Şükür, Yüce Allah'ın sayısız nimetlerine karşı kalp, dil ve beden ile övgüde bulunma, teşekkür etmek, nimetleri saygı ile itiraf etmektir. Şükür, bir kulluk bilinci, bir yaşama biçimidir. Allah’ın emaneten verdiği nimetlerin kadrini bilmek, arzu ve isteklerin, hırs ve tamahın esiri olmaktan kendimizi koruyabilmek, yapılan iyiliğe nankörlük etmemek, yokluğa da sabredebilmektir. Şükür, her nimeti, Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir.     
    Aldığımız her nefesin, hayatımızın, aklımızın, sağlığımızın, bütün imkânlarımızın, bize emanet edilen maddi manevi her şeyin kendine has bir şükrü vardır. İnsan olarak en şerefli şekilde yaratılmış olmamızın şükrü imandır. Kalbimizin şükrü, nimetleri verenin Allah olduğuna inanmak ve kin, nefret, kıskançlık, haset gibi kötü duygulardan uzak durmaktır. Zihnimizin şükrü Allah’ın yüceliğini tefekkür ve tezekkürdür. Dilimizin şükrü, Allah'ın verdiği nimetlere hamdetmek ve çokça Allah’ı zikirdir. Bedenimizin şükrü, her daim Allah rızası doğrultusunda yaşamak ve ibadetlerimizi eda etmektir. Malımızın şükrü, sadaka ve zekât vererek ihtiyaç sahiplerine infakta bulunmaktır. İlmimizin şükrü, öğrenci yetiştirerek, ardımızda kalıcı eserler bırakarak insanlığa faydalı olmaktır.
    Kur'an'ın ifadesiyle Yaratan'ını tanıyan her müminin Allah'a kul oluşun, yaratılış gaye ve hikmeti doğrultusunda yaşamanın, O'nun bahşettiği nimetlerin değerini bilmesi ve onları kendisine vereni hatırlaması kulluk bilincinin gereğidir. Dolayısıyla kulun üzerine düşen görev, bu nimetleri kendisine nasip eden Yüce Allah'a karşı hamd ve şükür vazifesini her zaman yerine getirmesidir.
    Allah'ın isimlerinden biri de "Şekûr", yani kendisine yapılan şükranları kabul edendir. Allah, insanın  musibete uğrayınca sabreden, nimet verilince şükreden, kendisine haksızlık yapılınca affeden ve kendisi haksızlık yapınca da gerekirse helallik alıp istiğfar eden müminlerin, korkudan emin olan ve hidayete erişmiş kimseler olduğu diğer bir ifadeyle varlıkta şükrederek, darlıkta ise sabrederek kazançlı çıkacağı müjdesini vermiştir. Ayrıca O, yapılan şükrü karşılıksız bırakmamakta, şükre karşı daha fazlasını lütfetmektedir. "Eğer şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz gerçekten azabım çok şiddetlidir!" (İbrahim,14/7) buyurmuştur.
    Hamd “Bir ihsana karşı kalbin övme, yüceltme ve şükür duygularıyla dolması ve o ihsan sahibini tâzim etmesi” demektir.  Her şükür aynı zamanda bir hamddir. Ancak her hamd şükür değildir. Hamd, bize ve bütün mahlukata yapılan ikram ve izzetleri Allah'a takdim etmektir. Şükür ise daha özel olarak bize yapılan ikramlara karşılık gelir. Bu nedenle şükür kelimesi hamdin yerini tutamaz. Hamd daha geniş ve kapsamlıdır. Kur’an’ın özü olan Fatiha sûresi, “âlemlerin rabbine hamd” ile başlar. Onlar, “Hamd, bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a mahsustur”, dediler. (Neml,27/15.)
    Hz. Peygamber bir defasında bunu şöyle ifade etmiştir: İbadetlerde gözetilen hikmetlerin başında, şükretme duygusu gelir. İnsan, kendisine sayısız nimetler lütfeden Rabbine şükretmekle kalmamalı, iyiliğini gördüğü insanlara da teşekkür etmelidir. Ebû Hüreyre'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "insanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez" (T1954 Tirmizl, Dirr, 35)
    Bunca nimeti bizlere ikram eden Rabbimize karşı şükürden uzak kalmamız düşünülemez. Bu nimetleri görmezden gelmek diğer bir ifadeyle nankörlük etmek, kulluk bilinci ve mümin ahlakı ile bağdaşmaz. Öyleyse zihnimizi, kalbimizi, dilimizi, bedenimizi şükür nimetinden mahrum bırakmayalım. Ömrümüz, şükrümüzle bereketlensin. Şükrümüz, nimetlerimizin artmasına vesile olsun. Hamdimiz, bizleri Rabbimize yakınlaştırsın ve yüceltsin. “Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetlerine şükretmek, sana en güzel şekilde kulluk etmek için bizlere yardım eyle!” (Ebû Dâvûd, Vitir 26.)