SOSYAL medya; günümüz insanının sevinçlerini, mutluluklarını, sıkıntılarını, dertlerini, bunalımlarını dışa aktarıp paylaştıkları sanal bir dünya. Günümüzde oldukça etkili bir güç.
Sık dolaşırım sosyal medyada, ne var ne yok diye bakarım paylaşımlara. Kimi zaman içimi karartan haber ve görüntülerle karşılaşırım. Kimi zaman kahkahanalar atacak ilginç paylaşımlara tanık olurum. Yalan yanlış, kafa karıştırıcı, kışkırtmacı paylaşımlara da rastlarım; ancak bu tür paylaşımları dikkate almam, onlardan uzak dururum.
Sosyal medyada en çok ilgimi çekenler; insanı güldüren, güldürürken düşündüren, iç açıcı, rahatlatıcı paylaşımlardır. Bunları beğeniyle izlerim.
Kimi zaman öylesine yaratıcı paylaşımlar yapılıyor ki şaşmamak, hayran kalmamak olanaksız. Örneğin, geçenlerde sosyal medyada bir fıkra okudum. Zekâ kokan nefis bir fıkraydı. Bayılmadım desem yalan olur. Okuduktan sonra gülme krizine girdim. Okuyan herkesi güldüreceğini düşünüyorum:
Amerikalı bir bilim adamı, konferans vermek için geldiği Trabzon’un Hamsiköy’ünde halk tarafından çok sevilmiş. Dönüşte köylüler Amerikalıya bir hediye vermek istemişler. Ancak hediyenin ne olacağı konusunda anlaşamamış, sonunda bir toplantı yapmaya karar vermişler. İlginç öneriler atılmış ortaya:
—Bir kasa hamsi verelum, yerken bizi hatirlasun.
—Meşhur tereyağımızdan bir paket yapalum.
Bu sırada toplantıyı yöneten Dursun kalabalığa dönerek demiş ki:
—Arkadaşlar, öyle bir iki günde yeyup bitureceği hediye vermeyelum. Adama öyle bir hediye verelum ki eline her aldiğunda bizi hatirlasun.
Temel hemen kalabalığa dönüp seslenmuş:
—Sünnet edelum o zaman.
Nasıl, gerçekten hoş değil mi?.. Türk zekâsının ince bir yaratısı.
***
İşte hoşuma giden bir başka fıkra:
Karı koca kahvaltı yaparken kadın birden kocasının kafasına tavayı geçirir. Adam şaşkındır:
—Deli misin ya? Niye vurdun kafama?
—Makineye pantolonunu atarken cebinden “Birsen” yazılı bir kâğıt çıktı.
—Aşk olsun hayatım; Birsen, geçen gün bahis oynadığım atın adıydı. Sen ne zannettin?
—Tamam, özür dilerim canım. Kafan çok acıdı mı?..
Üç gün sonra akşam yemeğinde kadın, bu kez en büyük tava ile kocasının kafasına öyle bir vurur ki adam baygınlık geçirir. Kadın, onu ayıltmak için kafasından üç sürahi su boşaltır. Adam güçlükle kendine gelip sorar:
—Bu kez niye vurdun?
—Bugün seni at aradı.
Eee, ne demişler ? “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
***
Bu da bir deli fıkrası:
Zararsız bir deli ile bir general bir handa aynı odada kalırlar. Deli, hancıya sabah erkenden yola çıkması gerektiğini söyler ve sabah ezanında uyandırılmasını rica eder.
Hancı, deliyi istediği zamanda uyandırır. Deli, alaca karanlıkta yanlışlıkla generalin giysilerini giyer ve yola koyulur. Epey yol alır. Ortalık aydınlanınca üzerindekileri fark edip söylenir:
—Vay aptal hancı! Benim yerime generali uyandırmış.
“Deli olmanın, delinin kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği bir zevki var.“ derler. Doğru olsa gerek.
***
Bir de Yozgat’la ilgili bir fıkra paylaşılmış. Büyük bir olasılıkla duymuşsunuzdur. Olur ya duymayan vardır diye onu da aktarıyorum:
Yozgat’ta bir köylü kadın, çocuğunu da yanına alarak çalışmak için tarlaya gitmiş. Çocuk bir süre sonra acıkmış, annesi de ona bir parça ekmeği süt dolu kaba bandırıp vermiş. O sırada bir yılan sütün kokusunu almış. Çocuk, yılanı fark etmiş; ama ondan korkmamış. Yılan kaptaki sütü içerken çocuk, elindeki kaşıkla kafasına bir tane geçirmiş:
—Ekmaaanen ye, ekmaanen, demiş.
Yozgatlı olur da ekmeksiz bir şey yer mi?.. Çocuk, kazandığı alışkanlıklar doğrultusunda davranışlar bekliyor karşısında kim varsa. Eee, ne demiş Yozgatlı atalarımız? “At, sahibine göre kişner.”
Yüzünüzden gülücüklerin eksilmemesi ve her şeyin gönlünüzce olması dileğiyle…