Bu mevsimin en geçerli parası davar yünüydü. Koyunlar öylene doğru sağım için evlere dağılır, küçük çocuklar başını tutar, anaları sağardı. Peşinden guzuları goyrulur emişdirildikten sonra önce goyunlar, sonrada guzuları ayrı ayrı güden çobanlarına teslim edilir yaylıma gönderilirdi. 

O zaman nakit para kimselerde bulunmazdı. Çoğu alışveriş takas usulündeydi. Yün ve buğday en güçlü alışveriş aracıydı. Çalılara, çırpılara koyun yünleri takılırdı. Belliki sürtünerek koyunlar geçmiş ve yolunmuş. Biz çocuklar çalı çalı gezer, o yünleri, toplar biriktirirdik. Hatta uğrunlatıp koyunların üzerinden çokda yün yolardık.  Çerçiciler kayısı çiğitide alırlardı. Tüm köyü dolaşır çiğit toplar biriktirirdik. Köye bir çerçi gelince uygun bir yere durur, “Başkili var, yunah kili var, işlengi yumahları var, ığde var, geçibuynuzu var, leplebi var, püsguuit var, lohum var, sormuh şekeri var, mantar dabancası var, ezvalı mantarı var, humayın var, etamin var, döşşek yüzleri var, halbır var, elek var, çinik var, uruplağa var, Alemiyon esgisi, çorap esgisi, laylun ayaggabı esgisi alıyom, Çerçi geldi çerçiciiii” diye bağırır gezerlerdi. 

Yünü, çiğidi, toplayıp biriktirdikten sonra gelen çerçicilere veya köy Tukenlerine götürüp albenileriyle içimizi bir hoş eden, birbirinden güzel renk ve desenlere sahip sormuh şekerlerinden alırdık. “Dabanca mantarı, gırıh leplebi, püsguuit, gırmızı lohum, mantar dabancası, geçi buynuzu, laylun tahsi, laylun horuz” ne de alırdık amma ipdi sormuh şekeri. O ne biçim bir tat, ne süslü bir görüntüydü Yarabbi. Tukenlerde ve çerçicilerde başka ürünler yoktu zaten. Her adama nasipmi onlara sahip olmak.

Hiçbir Tuken saabı, heç bi çerçici getirdiğimiz yüne, kayısı çiğidine az demezdi. Mutlaka bir karşılığı olurdu ve cömert avuçlarını doldurarak verirlerdi öteberileri. “Az verdin, beni gandırıyon, üç kâğıtçısın, sahtekarsın” demek çok ayıp ve ahlaksızlıktı. Bu cesaret ve densizlik şimdiki çocukların işi. Bizim zamanımızda Böyükler her zaman adil ve kanaatkar olurlardı. Sonsuz bir saygıyla Böyüklerimizin verdiklerini alır, “Savul emmi” der uzaklaşırdık. 

Şimdi İsviçre’den gelen çikolatalar, Amerika’dan gelen içecekler, rengarenk ambalajlarda sarılı binbir lezzetteki Avrupai yiyecek-içecek çeşitleri, o zamanki bir kırık leplebinin, bir sormuh şekerinin, bir püsguuitin, lohumun, geçi buynuzunun yerini tutabilirmi ki acaba. Euro, Dolar, Sterlin, Altın veya benzeri değerlerdeki satın alma materyalleri, bir koyun yününün, bir alemiyon esgisinin bir Gayisi Çiğidinin verdiği zenginlik hissini yansıtabilirlermi gönüllere. Veya çok yünü, çok gaysi çiğiti olan birine imrenmenin kıskançlığını yaratabilirmi ki.  

Veya ucu bucağı gözükmeyen Hipermarketler, Süper Marketler, AVM’ler, bir tek at arabalı çerçicinin veya toprak damlı bir Köy Tukeninin şatafatına, albenisine, hayaller ötesi görüntüsüne sahipmi ki acaba. 

İyiki çocukluğum samimi güzellikler, tevazu sahibi cömert gönüller ve mütevazi zenginlikler içerisinde geçmiş. Yamalıklı elbiseler, toprakla sürekli temas eden bir yaşam, yüzyüze dostani iletişim, yalın ayak veya lastik ayakkabılı bir çocukluk. Ama herkes öyleydi. Kimse kimseden utanmaz, kimse kimseyi küçümsemezdi. Yaşayabilmek için becerikli olmak zorunda olduğumuz uygulamalı has bir eğitim içerisinde geçerdi çocukluğumuz. Mal güderken sevk ve idareyi, bağ-bostan yolarken organize ekip çalışmasını, döğüş ederken korunmayı, dayak yerken kurtulmayı, ikram ederken takdir edilmeyi, saygı gösterirken sevilmeyi öğrenirdik. Yani şimdi hiçbir akademinin veremeyeceği en güzel eğitimleri alırdık. Hemde uygulamalı. 

Şimdikilerde çocukmu yav, hepsi fos, hepsi mızmız, hepsi dandik.

Rıfat ÇAKIR
ailevecalisma.gov.tr
0537 587 27 80