Toprağa düşen her tane ya hayat bulur, ya da özüne döner toprak olur.
Ülkemiz topraklarına ilk tohum düştüğünde bu toprakları kutsal saymış ve en kıymetli namahremi saydığı “Anadolu” adını vermişti.
Millet olma duygusu da böylece kendiliğinden başlamış, Anadolu’yu canı pahasına savunmayı görev saymışlardı.
Toprağa düşen hayatlar günbegün artmış adeta buğday tarlalarına dönüşmüştü.
Üzerinde yaşadığımız bu toprakları bin yıldır günümüze değin nesilden nesile, kuşaktan kuşağa Din, dil, ırk ayırt etmeksizin Adaletle, Hürriyetle yönetmiş, kurdukları Devlet sistemiyle Üç kıtaya İslam sanacağını dikmeyi başarmışlardı. Adaletle, Medeniyetle yarış edemeyen Türk ve İslam düşmanları Osmanlı Devletinin hâkim olduğu topraklarda fitne yaymak suretiyle İç karışıklara sebep olmuş, İşe yaradığını görünce de bu İmparatorluğu yıkmanın aslında ne kadar da kolay olduğu düşüncesine kapılmışlardı.    
Yıl 1915’e geldiğinde Merhum Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmeme ne bela” diye dizelere aldığı, düşmanlarımız dünyanın çeşitli ülkelerinden topladığı hasta adam olarak gördüğü için adına savaş deme gereği bile duymadığı , son hamlesini yapmak üzere Anadolu’ya “Çanakkale”ye çıkarma yaparak milletimizin can boğazına el uzatmışlardı. İşte bu sebeple bir kez daha Anadolu yiğitlerine görev düşmüş, Ay yıldızlı sancağın gölgesinde göreve çağırılmışlardı. 
O yiğitlerden biride Fakıbeyli köyünden “Gödek Ali”nin gözünün kökü, ocağının bekçisi oğlu Mustafa idi. 
Mustafa bir evin bir oğlu idi
Gödek Ali babasını hiç tanımamış yetim büyümüştü. 
Akıl baliğ olduğunda annesine babasıyla ilgili sorular yöneltiyor. Annesi; Babasının adının Mustafa olduğunu, Askere gittiğini ve bir daha gelmediğini söylüyordu. 
Annesi Ali’yi genç yaşta Emine gelin ile evlendirdi.
 Hem Ali, hem de annesi ilk çocuğunun erkek olması için Allaha dua ediyorlardı. 
Cenabı Allah dualarını kabul etmiş bir oğlu olmuştu. Oğluna hiç tanımadığı babasın adını vermişti. 
Ali babasız büyümenin ezikliğini bildiğinden oğlu Mustafa’yı yanından hiç ayırmıyor babam diyerek seviyordu.
Aradan geçen yıllar Ali’ye baba özlemini unutturmuş, oğlu Mustafa da yiğit bir delikanlı olmuştu. 
1915 yılı ilkbaharında Fakıbeyli köyünden adı gibi kendiside güzel bir kız ile evlendirdi.
Yazın ortalarında seferberliğin ilanıyla birlikte Ali oğlu Mustafa da göreve çağırıldı. 
Ocaklara ateş düşmüş ülkemizin üzerinde dolaşan kara bulutlar fakıbeyli köyünü de mateme bürümüştü.
Anası oğluna kına yaktı, babası Ali; tek gülünü öpüp koklayarak askere uğurladı. Çiçeği burnundaki eşi güzel Mustafa’nın ardından aylarca yıllarca gözyaşı döktü.       
Mustafa Çanakkale de mahşeri yaşamış, ve KİRTE`DE  Şehit düşmüştü
Mustafa’nın künyesi ailesine bildiriliyor babası oğlu Mustafa’ya ağıtlar yakıyor, çiçeği burnunda koyup gittiği gelini gözyaşlarını yüreğine akıtıyordu.
Mustafa’nın anası; Tek gülüm vardı o da soldu diye diye yatağa düşü. Emine hanım, eşine “Benden sana hayır yok herif ,seni evlendireyim, hiç değilse ocağımız kör kalmasın” diye yakardı.
Öylesine metanetliydi ki, kendisine kuma olacak kişiyi bile bulmuş, konuşmuştu. Bu konuda eşine günlerce yalvardı ve yine aynı köyden Sultan hanımla evlenmeye ikna etti. Sultan hanımla Gödek Ali’nin bu evliliğinden bir oğlu dünyaya geldi. ….. bu çocuğun adını Çanakkale de şehit düşen oğulları Mustafa’nın adını verdiler. Emine hanım cephede kaybettiği oğlunu yeniden bulmuşçasına seviniyor fakat ne annesi, ne de babası bir türlü adını söylemeye dilleri varmıyordu. Mustafa diyecekler sırada gözleri doluyor, duygu seline kapılıyorlardı. Bu yüzden de çocuğa “Adıgüzel” diyorlardı. 
Zamanla “Adıgüzel” kelimesi isime dönüşüyor, iki Şehidin adı olan Mustafa çoğu kimseler tarafından bilmiyordu.       
Hayatta kimsesi kalmayan Şehit Mustafa’nın hanımı, Gödek Ali’nin gelini baba evine dönmek istese de dönemiyor Geçen zaman zarfında Güzel gelinin güzelliği bir gül gibi solmuş Mustafasız geçen yıllar asırlar geçmiş gibi geliyordu.
Yıllar 1922 sonbaharını gösterdiğinde tüm cephelerde savaş bitmiş hayatta kalan askerler birer birer kasabalarına, köylerine, dönüyor Güzel gelin eceli bekleyen bir hasta gibi Mustafa’sına kavuşmayı arzuluyordu. Aynı köyden eşi ile birlikte askere alınan ve cepheden gazi olarak dönen Ebil Ahmet’in anası bu gelinin kocası Şehit olmuş oğul kendisi hem hanım hem de evimize yaraşır birisi eğer sende kabul edersen gidip kayın babasından Allahın emri ile isteyelim dedi. Oğlu Ahmet de kabul etti ve Güzel geline dünürcü oldular. Kayın babasından güzel gelini istediler.
Kayın babası Ali, kendi öz evladı gibi sevdiği, büyük hayallerle, günlerce süren düğünle evine gelin getirdiği, biricik oğlu Mustafa’nın tek emanetini başka bir eve gelin gönderdi.
 Soyadı kanunu ilan edildiğinde bu acı bir kez daha tazeleniyor Tek gülüm diye ağıtlar yaktığı oğlunu ölümsüzleştirmek istercesine nüfus kütüğüne Soyadı olarak“Tekgül” yazdırıyordu.
Yıl 2010’a gelindiğinde ise, “kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela”diye adlandırılan düşman, kendisi bir kez daha Anadolu’ya gelme cüretini gösteremediğinden olsa gerek, bu kez içimize fitne sokmaya çalışıyor, Aile olmuş bir milleti çeşitli hayali senaryolarla kandırmaya çalışıyor, ellerine tutuşturduğu silahlarla bazı cahilleri kendilerine canları pahasına hizmetkârlığa zorluyordu. 
Nede güzel söylemiş ecdadımız “Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını sallar” yüzyıllar sonra bile işlerliğini kaybetmeyen bu söz Dünya durdukça, Türk milleti var oldukça kendi emellerine ulaşmak için içimizdeki hainleri bulup beslemeye devam edecek ve Türk milletine rahat vermeyeceklerdir.                                                                                       
2010 yılı 5 Temmuz günüydü. Her zaman olduğu gibi yıllık iznimi geçirmek üzere Yozgat İnceçayır köyünde bulunuyordum. Sabah erkenden Yozgat’a gitmek üzere yola çıktım. Köyümüzün değerli İmamı Sadık hoca, iki misafiri olduğunu bunları da götürüp götüremeyeceğimi sorunca, bende elbette götürürüm cevabını verdim. Yine her zaman olduğu gibi Ayetel-kürsiyi okuyarak yoluma devam ettim. İnceçayır köyü ile Fakıbeyli arazisinin birleştiği kurucu öz mevkiine geldiğimde önümde bir yılanın karşıdan karşıya geçmeye çalıştığını fark ederek arabanın frenine dokundum duramayacağımı anlayınca da ezmemek için ortalayarak üzerinden geçtim. Bu esnada kedi kendime “Eyvah bu hayra alamet değil!” diye söylendim. Yanımdaki misafirler endişemi anlamış olacaklar ki; “Korkma evlat bişi olmaz!” diyerek bana serinlik vermeye çalıştılar. Oysa ben biliyordum ne zaman karşıma bir yılan çıksa mutlaka başıma bir hal gelirdi. Aynı hal babam rahmetli de defalarca yaşamış, ve anlatmıştı. O günü diken üzerinde yaşadım desem yeridir. 
Akşam köye geri döndüm. Gece yarısı çalan ev telefonunun sesiyle yatağımdan fırladım. Arayan İzmir’de ki eniştemlerdi. 
Yozgat’da yaşayan kardeşinin oğlu Mustafa Tekgül, Batman Gercüş’te teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşmüş, Şehidin babası Nuri Tekgül  de İzmir’e çalışmaya gittiğinden beni haberdar ettiler. Bu olayı duyar duymaz aklıma ilk gelen Fakıbeyli köyü arazisinde rastladığım yılan oldu. Gece saat 2.30 civarı Şehit Mustafa’nın evine vardığımda bir polis aracı bir de nöbet tutan askerlerle karşılaştım. Evin içerisine girdiğimde şehidin annesi Züleyha Hanım iki yanında oturan hemşireler tarafından teselli edilmeye çalışılıyordu. Fakta ne münkün, gecenin sessizliği şehidin annesinin çığlıklarıyla yankılanıyor, “Yiğit Mustafa’ma nasıl kıydılar” diyerek haykırıyordu. Beni gördüğünde edepten olsa gerek sessizleşti. Ben de bunu fırsat bilerek teselli etmek için “Başını dik tut sen bir şehit anasısın, Şükürler olsun ki vatan haini olmadı” diyerek serinlik vermeye çalıştım. O gece güneş hiç doğmayacak sandım. Şehit Mustafa’nın evinde yankılanan o haykırışlar gün ağardığında tüm Yozgat’ı uyandırmıştı. Kadere bakın ki  “Gödek Ali’nin adını söyleyemediği, Adıgüzel diyerek çağırdığı oğlunun torununa, aradan bir asır geçmiş olsa da bu sefer bir başka Mustafa şahadet sancağına kanıyla renk veriyordu. Gödek Alinin Adıgüel’in Torunu, Nuri oğlu Mustafa Tekgül yani aynı ocaktan 3. Mustafa dedeleriyle aynı kaderi paylaşıyor, doğacak nice yiğitlere adını veriyordu. Mustafa Tekgül’ün aynı timde görevli bir arkadaşı ise yaşadıkları o güzel günleri şöyle dile getiriyordu.