AK Partili Mahir Ünal'ın ülkemizin en büyük ve en önemli üretici kesimini oluşturan, binlerce çiftçinin içinde bulunduğu ekonomik krizi yaşayan bir çiftçinin: "Bizi bitirdiniz." eleştirisine verdiği "Bunu diyenlerin cebinde 5-6 bin liralık telefon var." cevabı siyasetin ve toplumun günlerce gündeminde kaldı. 

AK Partili Mahir Ünal'ın da cebinde dört kameralı çok gelişmiş, son model bir telefon bulunduğunu düşününce "Kimin neye ihtiyacı var?" noktasından, tüketim çılgınlığının her yaş ve her kesimde, zaman zaman ihtiyaçtan öteye geçtiğini görmek mümkün.

Çiftçinin elinde altı bin liralık telefon olduğunu düşündüğümden ya da inandığımdan değil ama etrafımıza bakacak olursak, daha düne kadar üretirken bugün hızla tüketen bireyler olduğumuzu görürürüz. 

İnsanoğlu olarak, kazanma ve kaybetme sürecine çok odaklı yaşıyoruz maalesef. Kazanmak çok mutlu ediyor, kaybetmek de korku ve bu korkuya bağlı yeni korkular yaratıyor. Bu da, insan olarak bizleri diğer canlılardan ayıran en önemli özellik. Yani duygularımızla bize verilen bir mesajı algılıyoruz; kazanmayı da kaybetmeyi de birbirinden ayırt etmek ya da seçememek gibi eylemleri iç içe yaşıyoruz.

Yaşayabilmek için gerekli olan yiyecekten giyeceğe, yaşamı kolaylaştıran teknolojiye, duygularımızı tüketmeye kadar çok sayıda kaleme ayrılacak bu yaşamsal eylemlerdeki en önemli faktör: sahip olma isteği. Bu istek; hem toplumsal, hem bireysel olarak özellikle pandemi döneminde kaybetme korkusuna dönüştü. Bu ürünü bugün alamazsam yarın bulamam, bugün bu fiyata alamazsam yarın daha fazla para ödemek zorunda kalırım düşüncesi tüketici birey ve toplum olmayı hızlandırdı.

Özellikle gıda alışverişi, maske, el dezenfektanı gibi ürünlerde bu daha sık yaşandı, yaygınlaştı. Çünkü, bu tüketim çılgınlığı alıcının ürüne ihtiyacından çok, duygusal ihtiyacını ve sahip olamama korkusunu karşılıyordu. Çağın tüm gelişmiş teknolojik taktiklerini kullanan pazarlamacıların yarattığı "Ey tüketici! Senin buna ihtiyacın var!" psikolojik baskısı da tüketmeyi cazip hale getirdi.

Yer sofrasında bulgur pilavı ile çalkamaya kașık yarıștıran, yamalı çorabı gocunmadan giyen, özellikle köylerde ağılda çimen, lastik ayakkabıyla hava atan, yırtık defterin sayfalarında öğrenen...hayatı en samimi en doğal yerinden yaşayan o yokluk insanları sanki bizler değildik. Bu insanlar siz, onlar, bunlar değildi. Çandırlı, Şefaatlili, Çekerekli, Kadıșehirli, Yozgatlı... değildi. Yokluğu dibine kadar yaşayıp doyumun zirvesinde duran o günün insanları, șimdilerde tükettikçe tükeniyorlar.

Kıskançlıgımız, doyumsuzluğumuz, gösteriş merakımız bizi bugün tüketici arsızı yaptı.

Geçmişin bilinçli tüketicileri de biziz, bugünün tüketici çılgınları da.

Oysa her şeyi kararında yaşamak, var olanla yetinmek gibi büyüklerimizden bize miras kalan yaşam biçiminden, ne olursa olsun benim de olsun, fazla mal göz çıkarmaz, onda var bende de olsun mantığıyla tüketici çılgınlığının parçası olmamak, günün koşullarında sağlıklı, bilinçli tüketici olmak gerekmez mi? 

Varsın dolabımızda renk renk kıyafetimiz olmasın,
Varsın koltuğumuzun rengi modayı yansıtmasın,

Varsın yirmi senelik tabakta yemek yiyor desinler. Hatta, daha da ileri gidip cimri desinler.

Gözümüz toksa,
Gönlümüz zenginse,
Bilinçli tüketiciysek,
Varsın desinler...