VATANDAŞ gergin, bu gerginliğin altında en başta ekonomik sıkıntılar yatıyor ve buna ülkemizde gitgide kutuplaşan siyaset tuz biber oluyor.
Öyle ki, 31 Mart yerel seçimleri halen gündemden düşmüş değil.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptal ederek 23 Haziran’da yeniden sandığa gidileceğinin açıklamasının ardından ülkece bu seçimlere odaklanmış vaziyetteyiz.
Ramazan ayı sahur vaktine kadar yayınlanan tartışma programları bunun en güzel göstergesidir.
Çok kez şahit oldum, Yozgat’ta bile iftardan sonra bir araya gelen insanlar kafelerde yenilenecek İstanbul seçimlerini tartışıyorlardı.
Belli ki 23 Haziran’a kadar da bu böyle devam edecek ama sonrasında biter mi, onu bilemeyiz.
Her ne kadar 31 Mart öncesi daha sert olan siyasi söylemler biraz yumuşamış gibi görünse de Türkiye’de siyaset vatandaşı geren en büyük faktörlerden biri olduğu için tansiyon bir türlü düşmüyor.
Haliyle bu stres ortamı en çok da sokaktaki vatandaşın günlük yaşamını etkiliyor.
Millet olarak ne kadar gergin olduğumuzu yaşadığım bir olayla anlatmak istiyorum.
Kadir Gecesi’nden sonraki gün, akşamüzeri oğlumla Esentepe istikametine doğru seyir halindeyiz. İftara birkaç saat var…
Malum, 9 günlük tatil başlamış, E-88 karayolunda yoğun bir trafik akışı var. İnsanlar tatil yolunda.
Merkezde, terminal kavşağındaki ışıklardan çıktıktan sonra birkaç araç kornalara basarak birbirlerini taciz etmeye başladılar.
Aynadan baktığımda üç aracın birbirlerinin üzerine direksiyon kırarak olayı farklı bir boyuta taşıdıklarını gördüm.
Çoluk çocuk, ailece yola çıkan üç araç…
Araçlar sırasıyla Esentepe güzergahında yolcu otobüsleri için ayrılan cebe park ettiler.
Kavga çıkacak, belli…
Ani bir kararla araçların en önüne park ettim ve oğluma arabada kalmasını tembihledim.
Maksadım; aileleri ile birlikte yolculuk yapan bu yetişkinlerin(!) çocuklarının önü sıra kavga etmelerine engel olmaktı.
Neyse…
Aracımdan indiğimde gördüğüm manzara şuydu; ortadaki araçtan inen kişi elinde “haydar” diye tabir edilen sopa ile en arkadaki araca doğru ilerliyordu.
Tabi bu arada araçta bulunan çocuklar bağırıyor, adamlara eşleri “Ne olur yapmayın!” diye yalvarıyorlardı. Kadınların gücü yetmiyor tabi durdurmaya...
Hemen eli sopalıya koştum ve elindeki sopayı almaya çalıştım.
Üzerine sopa ile gelen adamı gören en arka araçtaki kişi de sinir krizi geçirdi ve sopalının üzerine saldırmaya kalktı.
Biri sopalı iki kişinin saldırmaya kalktığı sinir krizi geçiren kişiyi arbedede esnasında aracına götürmek için adeta sürükledim.
Fakat olmuyor, tek başıma üç kişilik kavgayı ayırmakta zorlanıyorum.
İftara az bir süre kalmış, oruçluyum da…
En son dayanamadım hepsini bıraktım, telefonumu çıkardım ve “Artık yeter be! Bu magandalığı kaydedeceğim!” diye bağırdım.
İki kişiden küçük olanı “Ben polisim” diye bana bağırdı. Ben de haliyle “Polis bunu yapar mı?” diye serzenişte bulundum. Gazeteci olduğumu da söyledim.
Gelin görün ki, yaşı büyük olanın sopayla üzerine yürüdüğü kişi de hakimmiş.
Geldiğimiz nokta bu işte.
Polis olduğunu iddia eden birisi, eli sopalı bir başkası ile birlikte hakim olduğunu iddia eden kişiyi dövmeye kalkıyor.
Düşünün, tesadüfen orada olmasaydım ertesi gün; Yozgat’ta biri polis memuru iki kişi sopayla hakimi darp ettiler diye haberler kamuoyuna yansıyabilirdi.
Şunu da belirteyim; üç aracın şoförü de kusurluydu. Yani al birini vur ötekine!
Daha detayına girmeyeceğim. Burada konumuz eşlerinin ve çocuklarının önünde birbirlerine saldıran, gözleri dönmüş kişilerin polis veya hakim olmaları değil esasında…
Velhasıl, milletçe gerginiz, birbirimize tahammülümüz kalmamış, patlayacak yer arıyoruz.
Umarım bu durum bir an evvel düzelir, normalleşme sürecine gireriz.
Sağlıcakla…