Hepimizin yüreğini dağlayan Özgecan Aslan cinayetinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Tüm Türkiye’yi yasa boğan olayda insanlıktan nasibini almamış bir cani ve ona yardım eden yakınları bir “can”a kıymışlardı. Gencecik, pırı pırıl, aydınlık bir yüzü aramızdan almışlardı. 
Özgecan’ı bizden alan suçlular bulundu ve yargılandı. Onu öldüren Suphi ALTINDÖKEN ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edildi. Ona yardım eden babası ve arkadaşı da cezalandırıldı. Bu gibi olaylarda idam cezasının uygulanması da kamuoyunda tartışıldı. 
Katil Suphi ALTINDÖKEN iki gün önce Adana cezaevinde tabanca ile vurularak öldürüldü. 
Birçoğumuz gibi  ben de Özgecan için en çok öfkelenenlerden birisiyim. Hatta idam cezasının geri getirilmesi ve bu tür olayla uygulanmasını da ciddi olarak düşündüm.
Ancak cezaevinde infazın başka bir yönü var ki bu durum  başlı başına endişe verici. 
Devletin ceza verme yetkisi, cezaların infazı, kişilerin kendince cezalandırma iradeleri ve buna imkan bulmaları, başlı başına devleti, devletin varlık nedenini ve otoriteyi sorgulatan bir konu ve  olayın kendisi kadar önemli bulunuyor. 
Devlet, insanların bir arada yaşama biçimlerinin ulaştığı,  bugün için  en üst organizasyondur. Bu organizasyonda tüm toplum,  bir karar alıp, kendi adına yargılama yapmak ve ceza vermek yetkisini üst yapılanmaya  bırakmıştır. Devlet bu yetkisini bağımsız yargılama makamları eliyle kullanmakta ve  yine adli yapılanmanın denetiminde cezasını çektirmektedir.  İlkel toplumlarda ise insanlar bu yetkiyi ya kendinde görmüş yada kabile başkanı, aşiret reisi, şeyh gibi insanlara bırakmıştır. 
Özgecan Aslan’ın katilinin cezaevinde başka bir mahkum tarafından öldürülmesi bizatihi devletin otoritesine karşı meydan okumadır. Öfkemiz, kızgınlığımız ne kadar büyük olursa olsun ve bu kişinin ne kadar  ölümü hak ettiğini düşünürsek düşünelim yüksek korumalı bir cezaevinde bir mahkumun öldürülmesini tasvip etmek,  devletin varlık sebebini inkar etmektir. 
Kesinliği bulunmamakla birlikte olayın ayrıntıları incelendiğinde infazın silahla yapıldığı, hem maktule hem babasına ateş edildiği, ateş edenin yüksek olasılıkla uzun süreli mahkumiyeti bulunan bir kişi olduğu bilgileri bulunuyor.
Olay yerinin F tipi cezaevi olması ve bu tip ceza infaz kurumlarının Türkiye’nin en yüksek güvenlikli cezaevleri olması tartışmanın değerini daha da artırmaktadır. Bu cezaevlerinde başta terör failleri olmak üzere tehlikeli kişiler tutulmaktadır. En kalabalık odası üç kişiden oluşan bu yerlerde genellikle bir ya da iki kişilik koğuşlar bulunmaktadır. Firar edilmesi imkansız derecede inşa edilen yapıların genel tüm alanları hem fiziksel hem de teknolojik gözlem altında bulunmaktadır. Avukatların dahi retina (göz) okutma sistemi ile ve en az iki arama noktasından geçerek girebildikleri cezaevleridir. 
Devletin infaz kalesi olan bir yerde,  silahlı bir mahkumun başka bir mahkumu öldürüp diğerini yaralaması ve bunu kendince “ceza kesme” mantığına dayandırması Adalet Bakanlığımız tarafından üzerinde durulmaya ve araştırmaya değer bulunmaktadır.