Ressam, Şair, Yazar İsmail BAĞCI ile yaptığımız ropörtajı İleri okurlarıyla paylaşıyoruz.
A.SARGIN : Sayın Bağcı sizinle ileri gazetesi olarak bir ropörtaj yapmak üzere mekanınıza geldik. Bize zaman ayırıp sorularımıza cevap vereceğiniz için şimdiden teşekkür ediyoruz.
    Bize Kısaca kendinizi tanıtır mısınız.
İ. BAĞCI : 1945 Yozgat doğumluyum, 1963 yılında Yozgat Lisesini bitirdim. Askerlik görevimi İstanbul 1. Orduda yaptım. Harita desinatörü Fikret Göknar’ın yanında ressam olarak çalıştım 1970 yılında Almanya’ya gittim, Frankfurt’ta çalıştım. Neccarmen Galerisinde resim dersleri aldım. Aynı yıl içinde 7. ayda bu galeride kişisel resim sergimi açtım. Hristiyan ekol resimleri, Türkiye ıhlara vadisi ve peyzaj resimlerim Frankfurt basınında yankı buldu. Gazeteler bizden bahsedip tablolarımızı yayımladılar.
    İddia ediyorum ki, iyi bir hattat iyi bir tabelacı ve iyi bir ressam olarak çalıştım. Özel firmada 1974 yılına kadar görev yaptım .Türkiye’ye döndüğümde resimlerle ilgili kazanç sağlamak üzere konutlarda iç dekarasyon işleri yaptım. Panolar çizdim, barak resimleri yaptım süsleme uzmanı olarak görev aldım.   
    Tek sevdiğim torunum Dilşad ile hayatımı devam ettirerek kendimi vakfettiğim ressamlığı sürdürmeye çalışıyorum. Torunum Dilşad ile  hayatı yeniden sevmeye, hayata gülmeye bağlanmaya başladığımı söyleye bilirim.
A. SARGIN: Sayın Bağcı, Almanya’ dan Türkiye’ ye döndünüz, Türkiye’ de ne iş yaptınız, ressamlığınızı devam  ettirebildiniz mi? Aradığınızı bulabildiniz mi?
İ. BAĞCI: 1985 yılından itibaren 15 yıl süreyle Didim’ de Ressam olarak çalıştım. Parlementerler sitesinin mimari ve iç peyzaj sütunlarını hazırladım. Portre ressamlığı üzerinde yoğunlaştım, İstanbuldan gelen gruplar resim galerimizi gezerek beğenilerini ifade ederlerdi.Lüks ve pahalı örnekler hazırlardık. Tavan süslemeleri, pano resimleri ile uğraştık. Didimde  ressamlığımız oldukça ilgi gördü, para da kazandık. 2003’ de baba ocağı olan Yozgat’ a döndük.
    Yozgat’ ta halkın sanatla ilgilenmediğine tanık olduk. Sanat itibar görmediği yerden süratle başka bir bölgeye göçer. İtbar görmediği yeri sanat ve sanatçı terk eder.
A. SARGIN: İsmail Bey, ressamlığa ilginiz nasıl başladı? Aileniz mi, çevreniz  mi, öğretmenleriniz mi sizi teşvik etti?
İ. BAĞCI: Çocukluğumda yanan meşe odunlarını alır beyaz badana üzerine insin ve hayvan figürleri yapardım. Annem odaların duvarlarını kirletiyorsun diye bana kızardı. Ortaokul 2. sınıfta resim öğretmeni Sezai bey resimlerimi  görüp beni teşvik etti. Sen iy ibir hattat, iyi bir ressam olacaksın, diye onure edip yönlendirdi.
    İlk resim çalışmamızı Yozgat’ ın Milli Parkı Çamlığa bakarak karlı bir günde manzara resmi yapmıştık  .Öğretmenim Çamlığa bak ne görüyorsun dediğinde, Madımak üzerine yoğurt dökülmüş gibi görüyorum öğretmenim  demiştim.
    İlk profosyonel çalşımam da 1968 yılında Yozgat Şehir Çay Evinde ki duvarlara yaptığım yağlı boya panolarıydı.Hasan Kurumlu, Dursun Altan, Ecevit’ in İbrahim buraların sahipleriydi. Burada duvar panoları, yağlı boya tabloları  çalışmıştım. İstanbul dan özel misafirler gelirler bu çalışmalarımı hayranlıkla izlerlerdi.
    Yozgat’ ta bir çok evin iç dekorasyonlarında çok iddialı çalışmalarımız oldu.Yaptığımız işleri beğenip övgüyle söz eden dostlarımız vardı. Bunların çoğu hayattalar.
A. SARGIN: Sayın Bağcı, yağlı boya tablolarınızı gördük, hayran kaldık, çok mükemmel çalışmalar. Kartpostallarda gördüğümüz harika manzaralara benziyor. Tablolarınızda, resimlerinizde kullandığınız   araç gereçler nelerdir?
İ. BAĞCI: Boyalar İsviçre ve Amerika’ dan getirdiğimiz boyalar, resim yağlı boyaları, kendimizin ürettiği boyalar da var. Renkleri, bitkileri, yaprakları ve gülleri kullanarak boya imal ediyor, kullanıyoruz. Fırçalar su samuru tüylerinden yapılmış olan özel fırçalar olup resim için imal edilmiş aletlerdir. Amerikan bezinden tuvallerimizi kendimiz hazırlıyoruz.Doğal renkleri, kök boyaları kullanıyoruz. Kızgın bezir, Osmanlı beziri, ceviz kabuğu, soğan kabuğu, bitkiler, gül kurusu kullandığımız malzemelerdendir. Bahçemizde yetiştirdiğimiz güllerden ve bitkilerden boya yapıyoruz.
A. SARGIN: Resim sanatı ve hattatlıkla ilgili gençlere neler söylemek istersiniz? Kabiliyet ve yeteneklerini nasıl geliştirebilirler?   
İ. BAĞCI: Gençlere sanatı sevmelerini, sanatın ve kabiliyetlerinin, yeteneklerinin geliştirilmesini öneririz. imkanlarını kullanmalılar: aileler,  öğretmenlerimiz yetenekli kabiliyetli öğrencileri sanata sevk etmelidirler. Müzik, resim, şiir, edebiyat, gibi konularda yeteneklerinin değerlendirilmesini istiyoruz. Ressamlık hattatlık bugün para kazanmayan meslekler gibi görüle bilir, ama ilerede para kazanacaktır. Resim bir güzelliktir. Ressamlar, itibar görmediğinde, taltif edilmediğinde o ili, o bölgeyi terk ederler. İç dekorasyonda, iç peyzaj çalışmasında çok iddialı olduğumu söylemek istiyorum. Renk tercihlerini çok iyi kullanırım ve renklerin dilinden anlarım. Hayali,  gücümüzle birleştirir orjinal eserler ortaya koyarız.
A.SARGIN : Sayın Bağcı o zaman bize renklerin anlamı ve hangi renkleri ne amaçla kullandığınızı anlatırmısınız? Renk tercihlerini neye göre yapıyorsunuz.?
RENKLERİN BİR ANLAMI VARDIR
İ. BAĞCI: Önce yeşil renkten söz edeyim, doğanın rengidir, ana renktir ve hakim renk olarak karşımıza çıkar. Açan çiçeklere, güllere bakın yeşillere bezenir ve daha güzel gözükür. Gülü koruyan yaprak, dal, yeşildir ve yeşilin tüm tonlarıyla güle güzellik katar. Dalındaki meyve, gül yeşille mükemmellik kazanır. Yeşili biz doğa rengi olarak kullanırız; iç ferahlığı sağlar gönül açar dinlendirir ve doğanın caziibesini yansıtır.
Kırmızı renk, cesaret verir, olgunluğu temsil eder, kişiye güven getirir. Kırmızı ile yapılan ticari alış verişte kmse yanılmaz. Kırmızı cesaretin, atılganlığın, güvenin, iç zenginliğinin işaretidir. Canlılık verir, göze hitap eder ve al benisi vardır. Dikkat ederseniz boğalara kırmızı bezi gösterdiğinizde hayvanlar çıldırır ve ona doğru hücum ederler. Çünkü kırmızı renk kendisine güven ve cesaret kazandırır.
    Mavi Renk ; Göz mavi rengi sever gözdeki sarı nokta maviye hitap eder. Mavi renk ferahlık verir, sinir ve sitresi alır, insanı dinlendirir, ruhun sakinleşmesini sağlar. Gök Mavisi ve denizin berraklığını düşünün insanı nasıl dinlendiriyor. Mavi ummada kaybolup gidiyorsunuz, sonsuzluğa doğru bir hayal denizine dalıyorsunuz.
    Sarı Renk; Mutfak rengidir. Mutfaklarda tercih ettiğimiz bir renktir. Acıktırır insanda yeme isteğini kamçılar. Kilo almasını istediğimiz insanlar için bu rengi tercih ederiz. İnsanları acıkma ile karşı karşıya getirir. Bol bol yedirir, iştah açar. Mideyi harekete geçirdiği, beyne acıkma hissiverdiği bilinmektedir.
    Size ilginç bir örnek vereyim. Yağmurlu bir havanın ardından gök yüzünde beliren ebem kuşağını düşünün Cenabı Mevla bu renklerle bir mesaj yolluyor bize Gökyüzün’den yansıyan 7 renk yedi güzellik aydınlatıyor. dünyayı... “Sizleri kavim kavim yarattık”  buyuran Mevla ilahi bir renk uyumu ile ilahi bir mesajını  iyi anlamak gerekir diyoruz.
A.SARGIN ; Efendim güzel sanatlara olan ilginizi tebrik ediyoruz. Ressam, sanatkar, şair, yazar olarak Yozgat’a dönüp baba ocağına kendinizi mahkum etmişsiniz. Sizin büyük şehirlerde olmanızı arzu ederdik. Yozgatlılara gençlere, yeni kuşaklara neler söylemek istersiniz?

SANATSIZ KALAN BİR MİLLET GELİŞEMEZ
İ.BAĞCI ; Vatana ve topluma sahip çıkmak hepimizin görevi, vatanımıza karşı görevlerimiz var. Bu topluma kucak açmak, sahip çıkmak zorundayız. Dünya sanat ve sanatçı konusunda mesafe alıyor. Gelişmiş Ülkelere bakın sanata ve sanatçısına değer veren ülkelerdir. Bizde gelişmiş ülkeler gibi insanına sahip  çıkarak sanata ve sanatçıya değer vermeliyiz. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Usta, Alim, İlim sahibi ve sanatkar ülkeyi kalkındıran geliştiren insanlardır. Mesleğine, sanatına aşık insanlarla mesafe almak mümkündür. Başarıyı ve gelişmeyi İlimle,  Sanatla, sanatçıyla yakalayabilirsiniz. Sanatı biz kabiliyetler ve yeteneklerin geliştirilmesi olarak ifade ediyoruz. Sanatkar yaptığı işten zevk alır, hayatı renklenir, mutlu ve huzurlu bir yaşama ulaşır. Sanatsız  bir toplum düşünülemez. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal’in ifadesiyle “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
    Yıllardır bu anlamda bir çok ressam, iç dekorasyoncu, hattat, reklamcı yetiştirmişizdir. Bu kadar uğraşımıza rağmen ne hikmetse ancak geçimimizi sağlayabildik. Her ne hikmetse sanatın zengin ve zevkli yanından imtina edenler daha farklı bir başarıya ulaştılar. Sanattan ve sanatçıdan uzak kalan milletimize ”Sanat, Sanat, Sanat” diye haykırmak bunu beyinlere kazımak istiyorum. Sanatı altın bilezik olarak tanımlayan atalarımızın bu öğüdüne kulak vermeyenler aç kalmaya, yoksul düşmeye mahkumdurlar. Para sizi ve hayatınızı kazandırmaz, size  hayatı kazandıracak tek meziyet sanatınızdır.
A. SARGIN ; Peki gençlere bu konuda ne diyorsunuz?
İ.BAĞCI ; Gençlerimiz Mutlaka bir sanat öğrensinler, sanat sahibi olsunlar, kabiliyetlerini, yeteneklerini, el becerilerini değerlendirsinler. Hayatın acımasız yüzüne karşı altın bileziklerini takınsınlar, sanat size geçim kaynağını sağlar, sanat sizi hayata bağlar, sevginizi, saygınızı, çalışma azminizi sanatla kazanırsınız. Eğer bir sanat sahibi insan değilseniz, haliniz nice olur onu tahmin bile etmek istemiyorum. zamanı, hayatı en iyi değerlendirmenin yolu bir sanatla uğraşmak tan geçer... İşte bunun için “Sanat, Sanat, Sanat,” diyoruz. Süper Devletlere bakın ekonomisi kalkınmış, dünyaya hakim devletler sanat ve sanatçıları  öne çıkmış ülkelerdir.
Devletin kalkınmasında, gelişmesinde sanatın birinci derecede rol oynadığını unutmayalım. Yeni yetişen, gençlerimiz mutlaka bunun önemini kavramalı, kendini geliştirmeli, öz güvenini kazanmalı, ve  sanat sahibi insanlar olarak hayata adım atmalıdırlar.
Alim dilinden, sanatkarın elinden çıkan ürün dünyaya hükmeder. Allah sevgisi ile muhabbet kazanır. Sanatkar dünyaya şekil veren insandır. Sanatsız boş bir insanı düşünmek bile istemem. Sanatkar insanın boş zamanı olmaz, asla aç da kalmaz!..
    A. SARGIN ; Sayın Bağcı, Bu denli becerinize, maharetenize rağmen sizi hayata küsmüş olarak gördük. Fırçalarınız hayata renk katıyor. Kaleminiz kılıç gibi insanları yerinden oynatıyor, şiirleriniz bir ok misali yüreklere batıyor, ama siz yalnızsınız ve küskünleri oynuyorsunuz, Bunun nedeni nedir demiyecğiz. Onu anladık ama Yozgat’a niçin küskünsünüz?
        YOZGATIM SENİ DIŞARDAN SEVMEK VARMIŞ
    İ.BAĞCI ;Ahmet bey haklısınız ben Almanyada, bir başka ülkede, büyük şehirde kalsaydım, ya da başka bir fikrin adamı olsaydım  beni bugün Dünya tanıyacaktı. Ama iyi bir Yozgatlıyım, iyi bir vatan severim ve ülkesine, bayrağına aşık sevdalı bir insanım. Yozgat baba ocağımdır. döndük dolaştık buraya geldik. Gördüğünüz gibi yapayalnızım ve sadece bir torunumla (Dilşad’la) hayata tutunmaya çalışıyorum. Sanatçı itibar görmediği yerden suretle terk-i diyar eder. Yıllarca göz nuru, alın teri döktüm, Yozgat’ta 30 yıl süreyle çalıştım. Esnafın tabelasını yaptım, evlerinin manzara, peyjaz çalışmalarını yaptım, ama takdir edilmedik, teşvik görmedik. Hatta çalışmalarımın karşılığını da alamadım, sanatımdan değil, ilgisizlikten pişmanım, bıktım, usandım, kullanıldım, aldatıldım, yanıltıldım, sahipsiz kaldım... Bundan dolayı da bu insanlara sitem ediyorum. Köreltildim küstürüldüm, teşvik görmedim. Sanata ve sanatçıya sahip çıkılmadığını gördüm. Bunu sitemim olarak kabul ediniz...
    Güzel Yozgatım, cici Yozgatım seni dışardan sevmek daha güzelmiş! Dikkat buyrun Yozgat’tan  sanatçı, sanatkar, zenaatkar sürekli kaçıyor.göç ediyor geriye kim kalıyor?.. Sosyal, Kültürel zenginliğini Yozgat kaybediyor. Aydınını, beyin gücünü, motor gücünü kaybediyor Yozgat ve Yozgatlı için bu ciddi bir kayıptır. İşte benim sitemim’ de bu yöndedir. Sanata ve Sanatçıya sahip çıkmayan Yozgt’ta yaşanır mı dersiniz? Kültürel ve sosyal zenginliği olgunlaşmamış bir şehirde mekanı ve caddeyi temiz kullanmak mümkünm mü? Nemelazımlıkta direnen bir şehirden söz ediyoruz. Sanat ve sanatkara sahip çıkmayan, bir yozgat’tan söz ediyorum. O ince, nazik, kibar şehirli, kültürünü yaşatan yozgatlı nerede? suyunu, havasını, caddesini kirletmişiz. Sanatı, kültürü yok etmişiz. Lütfen sitemlerimi hoş görün ve bunları sizde düşünün, gelecek adına kaygı verici gelişmelerdir bunlar.
        GÜZEL YOZGATI KAYBETMEYE BAŞLAMIŞIZ
    Yozgat’ta yaşayanlar önce şehrin güzelliğini yok etmişler. Sanatı, kültürü yok etmeye çalışan bir şehirde kim kalabilir. Madde anlayışını yaygınlaştırmışız, çalışmayan, tembelliği öne çıkaran emek sarf etmeyen kısa zamanda zengin olup köşe dönmek isteyen insanlarla karşılaşıyorsunuz. El açıp dilenmekten, miskin oturup rızık istemekten başka ne yapıyoruz ki? Bunları devletten siyasetten beklemek ne denli yanlıştır. Tembel, uyuşuk, miskin bir toplum düşünmek istemiyorum.Boynu bükük, benzi sararmış, eli açık zavallı bir insan grubu yerine ekmeğini taştan çıkaran bir nesil düşünmek istiyorum. Sanatsızlığın en büyük şahidi ülkemizdeki bu tablodur işte...
    Sanatı olan adamı gururlu, izzetli kendine güven, özveri sahibi insan olarak tanımlamak gerekir. Sanatına el açar, başkasına el açmaktan imtina eder. Sanatkar işinde gücünde olan insandır, kötülüklerin peşinde de olmaz, sözü uzattık ama bunlar sıkıntılarımız ve kaygılarımızdır. Kimse alınmasın, gerçeği söylemek ağırdır ama vebal ister.
    A.SARGIN; Sayın Bağcı, Tablolarınızı, çalışmalarınızı  gördük oldukça da gururlandık. Sizi canı gönülden tebrik ediyoruz. Galiba sanatkarın, Şairin, yazarın kaderini siz de yaşıyorsunuz. Bu vatan sever Türk Aydınlarının kaderi olmamalı!..  Kaygılarınıza sitemlerinize hak vermemek elde değil... Size teşekkür ediyor Uzun ömürler diliyoruz. 20 yaşında kaybettiğiniz oğlunuza yazdığınız şiiri izninizle yayınlamak istiyoruz. Saygılarımızı sunar, sağlıklı bir ömür dileriz..
    İ.BAĞCI ; Tabi ki, şirimi, yayınlaya bilirsiniz .Hüzünle, acımı tazelediniz .Garip hanemize gelip beni onura ettiğiniz için size ve İleri Ailesine teşşekkür ediyorum. Sağ olun  efendim.
        OĞLUM HÜSEYİN’E
Bir sert rüzgar eser söke ovasının yüzünde
Sanırdım ki benim körpe fidanımı sökecek
Elmas yaşlar parlasaydı Sürmeli gözlerinde
Sanırdım ki yanağının güllerini dökecek.
    Ömür uzun yollarını ona pek az bulurken
    Kanadından yaralanmışbir kuş gibi yıkıldı
    Üzerine sıkı sıkı bastırdığım göğsümden ayrılarak
    Şu dar soğuk kabir içine tıkıldı
Ölüm ummadığım bir saatte benimde
Hayatımın sevincini ümidini hep aldı
Birçok acı düşüncelerdertler
İşte bana bu kaldı,
    Örülmüş mezar gibi ıssız kalan evimde
    Benim dahi üzerimde onu örten şu mermer
    Beni dahi kemirmede yavrumu yiyen şu aç yer.
Yasımı paylaşmadı insanlar, ne de o ılık rüzgar
Yavaş yavaş bende geliyorum nerde o viran mezarlar
Hasretin çekiyor evlat beni de, beni de,
Acele etme elbet birgün senin yanına tıkarlar
    Yıllar, seneler, asırlar vız gelir bana
    Kavuşmanın nedir yolu, sorarım sana
    Hasretin çekiyor evlat benide, beni de...
    Yer ayır dar olsun, geniş olsun önemli değil babana...
        (Baban) İsmail Bağcı



Editör: TE Bilişim