ŞU  soğuk günlerde.Sizleri havaların sıcacık olduğunda bizim köyde eskilerde çook eskilere ,bir gezinti yaptıralım dedim. Gün dönümüyle yaz sıcakları çöreklenmiş, her tarafta kendini hissettiriyordu .
Koyunlar yavrulamaya, kuzular büyümeye yüz tutmuş ve ineklerin buzağıları da göz dolduruyordu.
Gotur’un eşeği de ayağını diremiş iki günlük olan yavrusuna;
-Sıpam… lmazsa ben bağa gitmem, diye. 
Gotur’u çileden çıkartıyordu. 
Kel Ali’nin Hanımı, kocasının çok sevdiği  boz eşeğine minderleri ve heybeyi yükleyerek,  küçük kız çocukların dördünü sağlı - sollu heybenin gözüne sıkıştırarak bindirdi. Diğer üç çocuğunu da nöbet değiştirmeye giden askerler gibi sıraya dizip;
-Ne  olur, Allah’ım bir de oğlan versen de   şu  dayılarını bir çatlatsam,  diye  bağların  yolunu  tutuyorlardı.               
Çorumlu’ların  Ömer Ağa’sı, Tembel Yusuf’un evin damına çıkarak, yeni aldığı pikapla ve Acar Eysan’ın bakkalından da aldığı  altı büyük boy pilleri de takarak plağındaki 'Kız  Meryem' türküsünü evirip çevirip çalıyordu. 
Diğer  taraftan da ağ  pınara  pullu  tülbenti  ile salınarak  giden  ve  yaptığı  cilvelerle  de  Ömer  Ağa’nın aklını  başından  alıp  sevdalandıran  İzzet’in  kızı  Meyrem  de, Ömer  Ağa’yı  işinden  gücünden  ediyordu.
Deli  Anşe  ekin  tarlalarından  firik  toplamış Telaşlı, telaşlı  evine  gidiyordu.  Nefesini  tutarak  durakladı  ve Ömer  Ağa’ya  doğru  dönerek;
-Ömer   Ağaa!!!.  diye cırtlak sesi yankılandı: 
-Sen burada Meryem kıza dolanırken Hurşid’in Salif, karısını mavzer tüfeğiyle  vurmuş. Köyde ne kadar oynak… kadın-kız  var ise hepsini vuracakmış. Çabuk Meryem  kıza da söyle canınızı kurtarın,  dedi  ve  hızını  kesmeden  evinin  yoluna  doğru  uzaklaşıp  giderek,  gözden  kayboldu.
Köyde  ara, ara  sesler  yankılanıyordu:
-Sakın  dışarıya  çıkmayın!...  Hurşid’in  Salif,  tepedeki mezarların  arasına  gizlenmiş,  mavzer  silahıyla  hareket eden  her  şeye  ateş  ediyor...  Karısı  ölmüş  ve  çok  yaralı varmış, diye  yankılanan  seslere  yeni  sesler  eklendi.
Bir ses  sıçrayarak   köyde  yankılandı:
-Jandarmalar ... jandarmalar!...
Evlerinin  perdelerini  aralayarak   kulaklarını da dışarıya uçurdular.  Kesilen o silah sesleri,  yerini  ağıt  ve  kuş cıvıltılarına bıraktı.
Hurşid’in  Salif,  daha  fazla  köylüye  zarar  vermeden jandarmalar  tarafından  yakalanarak  etkisiz hale  getirildi.
Gönül rahatlığıyla sokaklara çıkan köylüler:
-Salif’e  yazık  oldu... Hanımı  da  çok  gençti  yazık  oldu...  Bir  öfke  nelere  mal oluyor,  dendi.
-Aslında  devlet  ceza vermeyecek.  Onunla - bununla  oynaşan  ne  kadar  kadın  ve erkek  var  ise,  hepsini  temizleyeceksin... diyerek  düşünülmeden   kurulan cümleler  köyü  çalkalıyor  ve  söylenen  laflar,  kurulan  o  cümleler  yaralı  kuşlar  gibi  gökyüzünde  süzülerek  konacak  yer  arıyorlardı.
Bir diğer taraf tanda Kekik  kokan bozkırların  yeşil otları  ömürlerini tamamlamış  ve  gündönümüyle  sararıp  solmuşlardı. Diğer  taraftan  da , tarlalardaki  sarararak  olgunlaşan  ekinleri biçmek  için  tırpanını, ana  dudunu ve  tırmığını  alan, kağnılarına, at  arabalarına  binerek  tarlalarına koşuyorlardı.
Ailesi kalabalık  olanlar  biraz  şanslıydılar  çünkü  bir  kısmı  tırpanla  ekinleri  biçerlerken,  diğerleri ise  biçilen  ekinleri  tırmıklarıyla  ve  anadutla  yığın  haline getirerek,  köyde  harman  yerine  taşıyorlar.
Daire  biçiminde yayılan  ekinleri  atlar  ve  öküzlere  takılan  düvenlerle ezdirip  ve  esen  yelde  de  yabayla  savurarak  taneyle ,samanı  ayırıyorlardı.
Karga  Köyü’nde  hareketlilik  hızını  kesmeden sürüyor.  Hızla  çalışmak  zorundaydılar  çünkü  bir yıl  önceki  ektiklerini  hasat  ediyorlardı.
Kavurucu  sıcaklara aldırmadan  hasat  edilen  ürünler,  alın  teriyle  karıştırılarak ambarlara  konuyordu.
Çorumluların  Ömer  Ağa’sı,  İzzet’in  kızına  karşı  plağındaki “Kız  Meryem”  türküsünü  dinleterek; Almancılara  da  Ali Er can’ın  “Zeynep’im  Almanya’da”  türküsüyle  köyde  caka satıp  geziyordu. 
Ağustos  böceği  ile  karınca  misali  tembellik ediyordu.  Diğer  taraftan da, Dor  atı  ve  Kıratının  koşulduğu  arabayı  bozarak  sal yapıp,  tarladaki  biçilen  ekinleri  harman  yerine  getirmek için  oğlu  Hüseyin’e  seslenen  Kara  Paltolu’nun  öfkeli  sesi  yankılandı;
-Üsüyün  oğlum!... gardaşın Ekrem’i de yanına al, tarlada biçtiğimiz ekinleri harman yerine getirin de düvenleyelim, iyordu.
Kara  Paltolu’nun  oğlu  Hüseyin  kıvrak  hareketlerle kardeşi  Ekrem’i de yanına  alarak, Kuşyığın’ daki tarlalarında  biçilen  ekinleri  harman  yerine  taşımaya başladılar.
Kuş  yığında  geçti  çoğu  günlerim. 
Kurt  kayasından  geçip  giderim. 
Sarı  kayadan  seyran  ederim. 
Tabiat  güzeldi  benim  köyümde.
Hüseyin…  gözüpek  ve  yakışıklılığıyla  gözleri  dolduran, yanık  sesiyle  de   kulaklara  müzik  ziyafeti  veren  ve  aynı zamanda  Yozgat  İmam – hatip’te  öğrenimini  sürdüren  yağız bir  delikanlı.
Kardeşi Ekrem’le at arabasına yüklediği dağ gibi ekinlerin üstüne çıkarak ve atların dizginlerini de elinde  tutarak,  elindeki  püsküllü  kamçıyla  atları  hafif, hafif çırpıştırıp;
-Deeehhh!... Hadi  koçlarım  benim...  diyerek  atlara  elinde tuttuğu  gemlerle  yön  veriyordu. Sal  arabasına  bir  tepe  gibi yüklenen  ekinlerle  aheste aheste,  kavurucu  sıcaklara  aldırmadan köye  doğru  yol  alıyorlardı.
At  arabasının  tekerlerinden çıkan  şıkırtı  sesleri,  atların  boynundaki  ziller  ve  etraf  tarlalardan  gelen  kuş  sesleriyle  oluşan doğal  müzik  tepelerde  yankılanıyordu.
Hüseyin,  tek  eliyle  atların  gemini  ve  püsküllü  kamçıyı  tutarak,  diğer  elini  de  kulağına  atıp yanık  sesiyle;
-Mevla’m gül diyerek iki göz vermiş, Bilmem  ağlasam  mı,  bilmem  gülsem  mi... diyerek, nameli  sözleriyle etrafta  yankılar oluşturuyordu.
Tarlalarda  sıcaktan  bunalıp akan  terlerini  elindeki  mendiline  sızdırarak  silen  rençberler,  bir  taraftan da  köye  doğru  süzülerek  yol  alan  Hüseyin’e uzaklardan  seslenerek; 
-Var ol, helal  be!... sesleriyle  ve  gökyüzünde  zurbayla  uçuşan  güvercinlerle  sevgililerine  selam gönderiyorlardı.
 Selam ve dua’larımla.