GÜL ağacı sıtma  tutmuş  gibi  tir, tir  titriyordu.  Bizimki… sevgi  gülücükleri saçarak  elleriyle de okşayarak mülayim bir ses tonuyla: 
-Ne  oldu  gül  ağacı  neden  avunup  sızlanırsın?''.diye  gül  ağacını  seviyor  bir  taraftan da: 
-Sizler bana Rabbimin birer emanetisiniz. Bak tırnaklarınız büyümüş dur onları  keselim.” diyerek.   
Gül  ağacının  dikkatini  başka  yerlere  çekmeye  çalışıyordu. Biraz  şakalaşma biraz manikür, pedikür  derken. Gül  ağacının  sızlanmasını  dindirmeye  çalışıyordu. 
Gül  ağacı içindeki anlayamadığı sızılarından dolayı burcu, burcu ter dökerek ve bir diğer taraftan da bizimkinin gözlerine bakarak mazlum gülleri saçmaya devam ederek söylendi: 
-Ben de  gezip  tozmak  istiyorum.  Bana  verilen sevgimle, sevmek sevdalanmak istiyorum. Sevdayla yanarak kavrulup kor  ataşla da nar…olmak  istiyorum.  Bozkırlarda  rengarenk çiçekler toplayarak. Papatyalarla.  Seviyo, sevmiyor,  seviyo, sevmiyor diyerek sayı  saymak istiyorum. Sevdiğimin elinden tutup ve biran da bırakarak. Hadi beni yakala. Beni tutamaz ki, beni tutamaz ki  diye  sağa,sola  kaçarak  peşimden  koşturmak. Daha sonrada şakacıktan yere  yatıp  onunla  kırlarda şakalaşarak  günüz  gözüne  yıldızlar  sayıp  saçlarını  okşamak  istiyorum.” diye.   
Sızlanarak  ve  terleyerek  dertleniyordu.    
Bizimki… evinin  penceresinden  dışarıya  gökyüzüne  doğru  bakarak  beyaz  bulutların  arasına  doğru  süzüldü  ve  derin  bir  iç  çekerek  mırıldandı: 
-Gül  ağacı  sen, sen” diye.   
Tekleyerek   konuşmalarını  sürdürdü: 
-Sevgiyi sevdayı sen ne zannediyorsun. Kor ataş’ın narını sen bilir misin?. Çaresizlik güllerini  dermeyi evet, evet sen bu anlattıklarını bir oyun mu sandın?.  Kaldır başını da bana…  iyi  bak” diye.   
Konuşma  hızını  kesmeden  devam  etti:  
-Dur  sana  tutamadığım  koklayamadığım  bir  gülü  anlatayım,  dedi;   
-Başını yere eğmiş utangaç ve çekingen tavırları ile edep sızıları çekiyordu kınalı ellerini hafif, hafif ovalayarak gözüme bakmak istedi olmadı.  Bende kınalı ellerinden başka bir yere bakamıyordum;   
-Allah’ım elleri çok güzeldi  burnuma  çocuk  kokusu  geliyordu  ah  o  elleri  bir  tutabilsem  yanaklarıma  sürerek  okşasam  parlayan  nur’u  yüzüme, kokusu burnuma narı ataşı da yüreğime  aksa.  Gönlümün  sevgi  pınarı da   bir  şelale  misali  coşup  çağlar mı?  diyordum; 
-Ellerimi  yavaşça  ellerine  doğru  uzatmak  istedim.  O  kınalı  elleri  okşamak  en  azından  dokunmak  istiyordum  olmadı.   
Ya ellerimi  edebinden  dolayı  yakıp  kavurursa, ya  ellerim  kurursa  yapamadım.   
Gül ağacı kor ataş işte böyle bir şey. Yanı başında olur ama tutamazsın. Tutmaya kalkarsın yanarsın. Tutarsın o zamanda yanıp kavrulursun” diye.     
Gül ağacına yanık yüreğinden seslenmeye devam ediyordu:   
-Ellerine kına nede  güzel  yakışmış,  dedim.   
 Bir  çırpıda  ellerini  utangaç  tavırlarıyla  hemen  sakladı.”   
Bizimki… boynunu bükerek sızlandı ve yanık yüreğinden  gelen  sese  kulak  vererek  inliyordu. 

Nedir  bu  senden  çektiğim?  Divane.
Deli  gönül, abdal  gönül.
Coşkun  sular  gibi  taşıp  zar  eylersin.
Sende  çağlayıp  akacak  selin mi   kaldı.

Bahar  gülleri  olup  boz  kırlarda  çiçek  açarsın.
Dağ  tepe  demez  gamlı  yorgun  şaşarsın.
Hele birde nazlı yarim var diye, sel gibi coşarsın.
Sende  nazlı  yar  taşıyacak  harın mı   kaldı.

Sende  seni  bil  biçare, kal  halince.
Al  haktan  hakkını   der  gülleri  ser  gönülce.
Allıya  morluya  birde  eli  kınalı  güllüye.
Sende  bağlanıp  gül  derecek  devrin mi   kaldı?.

 Selam ve dua’larımla.