Elimde kalem, Hz. Musa’nın asası. Hem mesnetim, hem silahım, hem de duygularımın tercümanı. Kendi cüssesinden daha iri, daha tehlikeli hedeflere saldırıyor, boyundan büyük işlere karışıyor. Kalem sağ elimde, her iki elimin aşkla, muhabbetle sarıldığı bir de ney var, sevgili neyim var. Aralarındaki akrabalık çok eski çağlara dayanır. Kıskançlık, husumet yok.
Nöbetleşe gelirler ellerime. Geçinip gidiyoruz işte. Neyzenlerin ve hattatların ömürleri uzun olurmuş. Enfas-i ma’dude ömrümüz! Yüce yaratan her kuluna sayılı nefes vermiş. Yazarken, üflerken tasarruf ettiğimiz için, hattatların, neyzenlerin ömrü bu yüzden uzun olurmuş! Ama çok her zaman iyi değildir ki. Korkuyorum uzun yaşamaktan.
Hafızamın gücünü kıskanan, sorgulayan rakiplerim ve dostlarım var. Bilmiyorlar ki ben hafızamı, hafızam da beni rahatsız eder. Her ikimize de uyku-tünek yok. Her şeyin anası  savaş değil mi? İşte kalem kâğıtla, parmaklarım kalemle, neyle, siyah beyazla, gece gündüzle, hayat ölümle vb savaşıyor. Hayat işte böyle benzerlik ve zıtlıklarla dolu. Varlık, hayat, nesnelerden değil, olgulardan ibaret.
Yazmak, istediğm gibi yazmak veya yazamamak huzurumu kaçırıyor. Yazmalı, ama,  ne ve nasıl yazmalı? Yahya Kemal Beyatlı merhum yüzlerce sene evvel yazılmış şiirlerin bu güne kadar nasıl geldiği sorusunun cevabını samimiyette bulmuş. Uslup aynıyla insandır. Öyle yazmalıyım ki mürekkep kanım olsun, yazdıklarım okunsun ve yarına kalsın.
Pers kralı Darius Maraton yenilgisini unutmamak için, günde kulağına üç defa “Atinalıları unutma!” sözünü söyletirmiş. Bana da böyle bir uyarıcı lazım. İşte o uyarıcı hafızam. Ama hafıza, imgelem, hayal gücü dişi karakterlidir, almadan vermez!  Dünya evine girenler daha iyi bilirler bunu. Aman feministler duymasınlar, bu söz bana ait değil. Yani okumadan fikir sahibi olunmaz demek istiyorum.
Yazmak ne zor ne meşakatli bir iş bilemezsiniz. Dün otuz sayfa yazdım bu güne üç satır kaldı, gerisi çöpe gitti. Orta Çağlarda İncil yazarı bir rahibin sözleri hafızamın baş köşesine oturmuş, Diyet hikayesindeki Ali Usta’nın zalim patronu gibi parmağını sallayarak beni uyarıyor.  “ Ey bu kitabı okuyan kardeşim! Yazı yazmayı kolay bir iş mi sanıyorsun? Belim büküldü, dizlerim tutmuyor, gözlerim görmüyor! Bu kitabı okurken beni hatırla bana acı, benim için de dua et”
Dün sevgililer günüydü. Dünyada sevgi karşılıksız seven sevilen mi kaldı? Hoş benim böyle bir derdim yok diyesim geliyor! Hemen hafızam sin-sin oyuncusu gibi atılıyor ortaya. Ve diyor ki,
Cihanda dertsiz adem olamaz
Dertsiz adem adam olamaz
Aman yarabbi neler söyledim ben gene? Kıyl-u kal edeyim derken, baltayı taşa vurdum, insanı insan yapan yüreğini unuttum. Derdim var! Dertlerim var! İki dünya bende yaşar, ben bu dünyaya sığmam. Ya rab, belay-i dert ile kıl aşina beni.
Yazmak ne zor, ne meşakkatli bir iş yarabbi? Ne ve nasıl yazmalı? Hafızam gene alıyor sözü bakın ne diyor?
Kalem olsun eli ol katib-i bed tahririn
Ki sevad-i rakamı surumuzu şur eyler
Gah bir harf sukutu ile eder nadiri nar
Gah bir nokta kusuru ile gözü kör eyler
Emrah’ın dizeleri de meramıma merhem olacak güzellik ve zenginlikte:
Emrah söylemezdi böyle mecazı
Ne yapsın cahil tanımaz yobazı
Kaz izine benzer yazdığı yazı
Matbaahanelerde imla beğenmez
Kör olsun gözü, kırılsın dişi
Ömrümde görmedim böyle bir işi
Rabbi yessir de var binbir yanlışı
Derste medresede molla beğenmez
Boşuna mı söylenmiş ve yazılmış  şu söz?
Okumaya yazıdan çok say et
Ki kalır nakş ile cahil hattat
Osmanlı sultanlarından II. Mahmut daima birlikte gezen iki musahibine kardeş olup olmadıklarını sorunca, Keçecizade İzzet Molla şöyle cevap vermiş:
“Sultanım, bendeniz okurum, Yesarizade kulunuz da yazar. Ancak okur-yazar oluyoruz da onun için birlikteyiz”
Ben bu denememi bilmem kaçıncı kez yazıyorum. Yazdıktan sonra ardından hayıflanıp duruyorum, keşke şöyle yazsaydım diye. Yazdıklarımın belki de en güzelleri en samimi olanları  çöpe atılanlardır. Teselli bulduğum olaylar da var edebiyat tarihinde. Tolstoy, Harp ve Sulh adlı ünlü romanını yedi defa yazmış! Bir romanını beş yılda yazanlar olduğu gibi, roman yazma tekniğini öğrenmek için daha önce yazılmış bir romanı  baştan sona kadar yeniden yazanlar da var. “Dengeli bir ruhun ilk işareti sebat etmektir. Çok gezen çok yer görür, fakat çok az dostu olur. Bir fidanı söküp birkaç yere dikmeye kalkarsanız ağaç tutmaz kurur, bir yarayı birkaç türlü tedavi etmeye kalkarsanız, yara iyileşmez, azar. Tutarlı ol, sebat et!” diyor Romalı ünlü düşünür Seneca bir dostuna yazdığı mektubunda. 
Beş on metrekarelik bir kuyuda yaşıyor ve yazıyorum. Mekânın çoğunu kitaplarım kaplıyor. Kalem ve neyim nöbetleşe öpüyorlar ellerimi ne için, neye hizmet için yazdığımı düşünüyorum. Kalem kelimesinin calamos’tan (kamış), paper(kâğıt) kelimesinin de papirus’tan geldiğini vehm ediyorum. Her ikisinin de ortak bir kaderi var gibime geliyor. Roma İmparatoru yüce Sezar Senatoda altın kaplamalı bir koltukta otururken suikastçılara karşı kendisini elindeki kalemle savunmaya çalışmış. Ne acı! Osmanlı sultanlarından III. Selim de Yeniçerilere karşı ney’ini silah olarak kullanmamış mıydı? Kalem için diyorlar ki,
Bizeban cevfi irfandan tehi
Gene bast eyler hikemden çok kelam
Ger Mekke de söylese ihfa ile
Fehm eyler anın kelamın ehl-i Şam
Eğer kalem ve ney insanı kurtarsaydı, Sezar’ı ve III. Selim’i kurtarırdı.
Kim kalemle, yazdıklarıyla abad olmuş ki?
Bir araya gelmez iki yakası ehl-i rakamın
Sebebi çak-ı giribanı bu olmuş kalemin
Malum yazarken kalemin vahşi yanı ile ünsisi ayrılır, bir araya gelmezler. Bunun gibi ehl-i rakamın da iki yakası bir araya gelmezmiş. Madam Bovary yazarının dediği gibi; “ benim bu yaptığım iğne ile bir dağı kazmak gibi bir şey” Bereket versin ki hem bizde hem Batıda kalemin, yazının önemine dair anlamlı ve güzel sözler var.
“Verba volant scripta manent(söz uçar,yazı kalır).
Katip fena bulur gene asar-ı hamesi
Baki kalır sahife-i alemde bir zaman
Söz esen yeldir, onu tutmak için yazmak gerekir.