Kadın, erkeği tarafından aldatıldığını hissettiğinde sizce nasıl bir duygunun içerisine girer?
Nasıl bir düşünce dünyasının içerisine hapseder kendini?
Zihninden neler geçer?
Aklının koridorlarında gezinen, bir düğüm gibi birbirine dolanan düşüncelerini dışa vurma biçimi sizce nasıldır?
Sorulması gereken belki de en can alıcı soru şu olsa gerek.
Kadın aldatıldığını anladığında, bunu sezdiğinde nasıl bir ruh haline girer ve ilk tepkisi ne olur?
Kadın aldatıldığını anladığında öfkesi bir yanar dağın patlamasını andırır. Etrafına ateş lavları saçar.
Bazen sessizleşir, içine kapanır. Bu kapanış her şeyi, yapılan ihaneti, aldatılma gerçeğini kabulleneceği, içine atacağı boyun bükeceği anlamına gelmez.
Kadın aldatıldığını anladığında yıldızlar yerinden düşer bir bir. Sizinle ilgili ne kadar biriktirdiği güzel anısı varsa, bir yıldız olurlar zihin dağarcığında ve boşluğa doğru dökülüverirler peşi sıra.
Kadın aldatıldığını anladığında bir uçurumun kenarında hissedin kendinizi. Kollarınızı iki yana açın.
Ellerinizi havaya kaldırın. Parmaklarınızı birleştirin. Bir uçurumun kenarındasınız. Bunu tüm benliğinizde hissedin. Uçurumun kenarında kendisini boşluğa bırakan bir insanın halini andırır sizin aldatılan kadının karşısında durmanız. Bütün duygu bedeniniz eriyecek ve karşısında yok olacak.
Kadın aldatıldığını hissettiğinde şimşeklerin çaktığını, bir insanın avazı çıktığı kadar bağırır gibi gök gürlediğini, başınıza yağmur değil, çiğ taneleri hiç değil bir dolunun yağdığını düşleyin.
Kadın kendisinin aldatıldığını hissettiğinde maviye çalan gökyüzü simsiyah kesilmiştir. Birazdan bulutlar toplanacak ve yağmur alabildiğine üzerinize yağacaktır. Sizin için çaresizlik, ürkek, nefret, öfke karışımı siyah yağmur taneleri düşecek üzerinize.
Bir kadın aldatıldığını hissettiğinde en çok susmasından korkun. Bir kadının o anki susması, suskunluğu birazdan kuytu köşelerden çıkacak ne olduğu bilinmeyen benzersizlikler gibidir. Gözlerini içine doğru kısması her an bir şeylerin olabileceğinin habercisidir.
İçerisinde fırtınalar koparken, yanar dağlar patlarken, lavlarını kalp, gönül, yürek dünyasına savururken kadının suskunluğu…
Ve kadının kendi içerisinde sessizliği...
Korkmalısınız bu suskunluktan ve sessizlikten.
Kadın kendisinin aldatıldığını hissettiğinde birdenbire, aniden, hiçbir şey olmamış gibi çeker gider yanınızdan. Hiçbir şey söylemez. Bir kelime dahi dökülmez dudaklarının arasından. Gözlerinden hiçbir anlama gelmeyen, manasını asla anlayamayacağınız bakışlar düşer yüzünüze ve belki de gözlerinize. Beklersiniz. Elleriniz terler. Gözleriniz yuvalarından çıkacak gibi olur. Parmaklarınız uyuşur. Tuhaflaşır ve etrafınıza bakınırsınız manasız, anlamsız, boş gözlerle. Kalbiniz durma noktasına gelir. Göz ucuyla kadınınızın yüzüne bakarsınız. Yüzündeki ifadeleri anlamaya, çözmeye, anlamlandırmaya çalışırsınız.
Deli taylar birbiriyle yarışır zihninizde. Bir bozkırın orta yerinde cirit atan insanlar gibi düşünceleriniz keskin ve hızla gidip gelir birbiri içerisinde. Aklınızdan birçok anlam geçer. Zihin kapınızı çalar bu düşünceler. Kelimeler ve cümleler hafızanızdan düşünce dünyanıza akın eder.
Çözmeye çalışırsınız, esmer, sarışın, kumral, buğday başağı yüzlü kadını. Çözemez ve anlayamazsınız bu yüzü. Gözlerine bakmazsınız. Korkarsınız gözlerinden. Gözlerin içerine birikmiş öfke yanar dağının patlamasından, sizi içerisine alıp yakmasından korkarsınız ve titrersiniz.
Sadece yüzüne bakarsınız gözlerinizin ucuyla.
Kadın susunca, siz şimşek çakmış gibi bu suskunluğun anlamını çözmeye, kavramaya çalışırsınız.
Bence zorlamayın kendinizi. Asla anlayamazsınız.
İçinizde bir yerlerde tuhaf, tarif edemediğiniz bir sızı hissedersiniz. Saniyeler, dakikalar geçtikçe bu sızı büyür. Saniyelerin dakikaların saate hatta güne döndüğüne şahit olursunuz terlemelerinizin arasında. İçinizdeki o sızı büyüdükçe sizin telaşınızda artar. Elleriniz ve ayaklarınız birbirine dolanır. Bütün bu hallerinizi kendisini bir başka kadınla aldattığınız kadına hissettirmemeye çalışırsınız.
Gözlerinizi kaçırırsınız. Gözlerinden kaçarsınız yüzüne, gözlerinizin ucuyla.
Siz ne kadar da hissettirmemeye çalışsanız da o bütün bu tuhaf, garip, korku tünelini andıran
hallerinizin bile farkındadır.
Susar ve bekler.
Bir şeyler bekler.
Sezdirmeden.
Size hissettiğinin varlığını hissettirmeden.
Sabırla bekler.
Dişlerinin ve gözlerinin arasında tuttuğu öfkesini sabır hamurunda yoğurur içerisindeki yanan alevlere aldırmaksızın. Sizi en umulmadık zamanda, zamansız bir şekilde kalbinizden vuracak diye beklersiniz. Bekleyin
bence. Mutlaka gerçekleşir.
Kadın yaralanmıştır.
Yaralanmıştır ama yine de yarasını size kapatır. Hissettirmez size. Yaralı bir dişi aslanın hali vardır onda. Ürkün ve titreyin. En çokta korkun bu durumdan.
Pusuya yatmış bir avcıyı andırır bekleyişleri.
Bu pusuya yatmayı sakın intikam alacak olarak algılamayın. Ya da bir misilleme yapacak diye beklemeyin. Sadece size vereceği bir cevabın bekleyişini beklemektedir.
Aslında en büyük cevabı suskunluğudur. Bu susması sizi yaraladıkça yaralar.
Muhatap almaz sizi. Karşısına alıp da konuşmaz sizinle.
Susar. Kendi iç sessizliğine çekilir. Bu çekilme size bir cevaptır aslında.
“Çokta karşılık verilecek kadar değilsin” demektir.
“Muhatap alınacak bir karakter yapın yokmuş” anlamındadır.
“Seni kendime muhatap bile kabul etmiyorum. Baksana susuyor ve önemsemiyorum. Seni önemli biri
olarak kılmıyorum” demektir.
İşte asıl yanar dağ budur. Bunlar patlar ve sizi içerisine alır. Sarıp sarmalar ve yaktıkça yakar.
Bir kadının aldatıldığını anladığındaki en büyük cevabı sizi muhatap bile almamasıdır.
Yani susmasıdır.
Kendi iç alemine çekilmesi, sessizliğe bürünmesidir.
Korkun bu suskunluktan.
Kurşuni renge bürünen gökyüzüne bakmak göz bebeklerinde. Ve düşlemek zamanın koynunda hatıraların alabildiğine akın ettiği yaşam döngüsünde. Buzdan duvarların içerisinden çıkmak ani bir kararla. Demirden, çelikten kelepçeleri kırmak zihin iklimlerimizde.
Aydınlık bir sabahı düşlemek karanlığın koyu koynunda. Gecenin siyahı çökerken kentin sokaklarına ve caddelerine, avuçlarımda tuttuğum bakışlarınla yol almak var. Ayaklarım beni sana götürmeli sevgili zihnimde, kalbimde, akıl dağarcığımda hep olsan da ayaklarım beni sana götürmeli. Bir ressamın karşısına geçmek ve en afilisinden bir bakış fırlatmak parmaklarının arasında tuttuğu fırçaya. Gülümsemek hayata sevgili hayatın tüm gerçekliliğine. Ressamın fırçaları arasında kıyılarında gezinmek sevdanın. Düş yorgunluklarını bir tarafa bırakmak, göz çukurlarımızda biriktirdiğimiz anıların altında ezilmeden sevmek yaşamı ve seni.
Sabahın ışıkları sularken yeryüzünü gülümsemek aydınlık bir güne. Kuytu bir köşede bekleyen, pinekleyen, sol yanına yatarak ayak parmaklarını yalayan beyaz tekir kediye bir merhaba demek.
İç cebimizde bir umut ışığı taşımalıyız yarınlar adına.
Mevsimlerden bahar, kış, sonbahar. Ilık bir yaz akşamı fark etmeksizin yürümek bir kordon boyunda sevgilinin ince parmakları avuç içimizde.
Yüreğimiz ve kalbimiz sol ceket cebimizde.
Mavi bir gökyüzü çizmeli şimdi tüm masum çocuklar adına. İçerisinde yıldızlar olan, ayın en parlağı olmalı, güneşin ışıkları düşmeli evlerin cumbalarından içeriye.
Ve bir kadın seslenmeli arkamızdan baş döndüren, sarhoş eden billur sesiyle.
Bir kadın gülümsemeli tüm yürekliliğiyle sevecen bakışları arasında. Ve yorgun gözlerimize düşmeli bu bakışları, almalı tüm yorgunluğumuzu. Götürüp bırakmalı bir tepenin, kocaman bir kayanın, yüksekçe bir dağın, ucu bucağı görünmeyen deryanın en uzak köşelerine bir daha bize uğramasın diye. Ve sevmek, değer vermek sana kadın.
Tüm çürümüş, kokuşmuş sahte düşünceler ve bu düşüncelerin içerisine gizlenen yalan sevdaları atmalı bir çöp yığınının içerisine.
Pembeye boyanmış bir evin ön tarafını sarıp sarmalayan kırmızı sarmaşıklar gibi sarmalı gönül kollarında.
Gitmeli sana kadın, ayak uçlarımıza basarak ilerlemeli kalp kapına doğru. Hissettirmeden sevmeli seni, tüm karmaşık duyguları dipsiz bir kuyunun en dibine bırakarak varmalı sana.
Bir bahar sabahında pencereni tıklatmalı kadın, güneş ışıklarını gören erik ağaçları ilk tomurcuklarını sunarken gözlerimize. Bir kadın gülümsemeli tüm masumiyetiyle beyaz çiçeklerin üzerine.