KÖYLER, fiziki ve yaşam koşulları açısından birbirine benzer özellikler gösterir. Güneş, köylerde daha acelecidir sanki. İnsanlar; güneşle birlikte koşar güne, erken uyanır börtü böcek, kelebek çiçek...
Efendim, Yozgat'ta kendi köyüm dışında gittiğim köy sayısı üçü beşi geçmez. Bunun nedeni, sevgimin ve merakımın azlığı değil elbette. Yozgat'ı ilçe, köy ayırımı yapmadan seven yüreğim var. Her köy benimdir, bizimdir diye düşünüyorum. 
Günümüz koşulları, ekonomik durumlar, aile yapımız, toplumun kadına bakışı; maalesef heyecanımızın, merakımızın, yapmak istediklerimiizin önünde set gibi duruyor. Bu nedenlerle farklı yerler ve mekanlar görme isteğimizi erteliyoruz. Ben bu kez ertelemedim. Bir sinema filmi çekimleri için geldiğim Yozgat merkeze bağlı İnceçayır köyünden yazıyorum yazımı.
İstanbul'un yoran kalabalığından çıkıp bu sûkuta kavuşmak ne güzel bir duygu. Alabildiğine yeşillik şu an baktığım her yer. Koyun sürüsü, çeşme kenarında top kuyruklarını sallaya sallaya geziyorlar. İnsanların aksine biri diğerini ekmiyor. Sürü halinde burun buruna otlanıyor, su içiyorlar çeşmeden. Mercimekler toplanmış, harmanda patosa veriliyor. Kimbilir hangimizin sofrasında yemek olacaklar? Sesi uzaktan çok hoş geliyor patosun, İstanbul trafiğinin gürültüsünü düşününce çıkan sesin keyfini çıkarıyorum. Alabildiğine düzlük, bozkırın yeşile boyandığı mevsimdeyiz. İnceçayır köyü fazlaca boyanmış yeşile. Sararan bașaklar güneşe, yağmura minnettar. Toprak, "Al" diyor  "buğdayını üzerimden insan, al."
Köyler birbirine benzer demiştim yazımın girişinde. Fakat İnceçayır'ı diğer köylerden ayıran bir fark var. Görünce çok şaşırdığım, çok beğendiğim bir farklılık bu. İnceçayır köyünde, göçten dolayı öğrencisiz kalan okul; Araştırmacı Yazar Osman Karaca'nın girişimi ile müzeye dönüştürülmüş. Müzeye Șehit Murat Karataş'ın adı verilmiş. Aklınıza gelebilecek, geçmişe ait her türlü tarım aleti, ahşap yayık, ahşap beşik, nostaljik radyo- televizyon-telefon, testiler, bakır kazanlar...
Ben de kullandım bu yabadan, büyük oğlanı bu beşiklerde büyüttüm, köy çeşmesinden bu helkilerle su taşımıştım diyen herkesi geçmişine, anılarına, köyüne götüren bir müze bu. Teknolojinin böylesine gelişmediği yıllarda kullanılan, aklınıza gelebilecek her türlü alet, araç gereç; giyim-kuşamın hicbir ülke ve kültürün tesiri altında kalmadığı dönemlerde giyilen kılık kıyafet... Ne ararsanız var bu müzede.
Müzeler sadece şehirlerde olur diye düşünenler, yanılıyorlar. İnsan isterse tarihini, yaşayış bicimini geçmişten alıp bugüne müze yapabilir. Hem de bunu Yozgat'ın bütün köylerinde yapabilir.
Okulun diğer bölümüne ise kütüphane kurulmuş. Her türden sayısız kitap konulmuş raflara. Kütüphaneye Şehit Gökhan Osman Karaduman'ın adı verilerek şehidimiz yaşatılıyor.
İnceçayır  tarih kokuyor. Her ne kadar günümüzün  iletişim araçları köy odalarına ihtiyacın önüne geçse de İnceçayır'da  köy odası kültürü muhafaza edilmiș. İșlevine devam ediyor.
Yıllardır yapamadıklarımı yaptım. Helki ile su tașıdım örnegin. Görmediklerimi gördüm; irbik gibi, asırlık terazi gibi birçok șey. Köy kadınlarının el ürünü burcu burcu kokan tereyagı ile yapılmış omaç yedim. Ve en önemlisi de  İstanbul'da görmediğim samimiyeti, misafirperverligi gördüm.
İlk geldiğim günlerde henüz içleri dolmamıș nohutlar kısa sürede doldu ve sararmaya bașladı. Çiğ nohut yedim keyifle. Doğada gün gün yaşanan değişimi izlemek, mutluluk veriyor bana. Köy yașamı kolay değil elbet ama köyde yașamanın zorluğu göç kadar yormuyor ne bedeni ne de zihni. İncecayir' ın sessizliği göç gerçeğini haykırıyor adeta. Yüzüme tokat gibi vuran bu gerçeğin karşısında hüzünle susuyorum. İnçecayır''ın güzelliğinde kayboluyorum.