Sevgili sen hançerini hep kalbe mi saplarsın?
En umulmadık zamanlarda, ansızın, hiç beklenmedik zaman dilimlerinde, en kuytu köşelerde yaşanmışlığı bilinmeyen hayaletler gibi ortaya çıkıp elinde sıkıca tuttuğun ucu paslı hançerini tamda kalbe saplarsın. En iyi bildiğin şey midir bu senin? Habersiz, sinsice yaklaşmak, mahmurluğum ve suskunluğum birde sessizliğim üzerimde bir ceket gibi durduğu anlarda sokulmak mıdır bütün maharetin?
Gözlerinden okumak usulca sokuluşlarını. Ellerine bakmalı, parmaklarına dikkat etmeli nasılda heyecandan ve sabırsızlıktan titreşiyorlar. Varlığını hissettirmeyen sürüngenleri andırır yaklaşmaların.
Bir yangından arta kalan külleri ceplerine doldurmaya çalışan şaşkınlığı ve korkusu göz çukurlarına düşmüş bir adamın hali var üzerimde.
Nasılda umarsızsın ve ben nasılda şaşkınım.
Kalbe saplanan paslı bir hançerin yorgunluğu var üzerimde. Tepeden tırnağa terlemelerin arasında soluk alıp verişleri değişen, nefesi sık sık kesilen, gözleri göz çukurlarının içerisine düşen, bünyesine aldığı kabuklaşmış yaşam küresini çatlatmaya, yırtmaya çalışan omuzları çökmüş bir emekçiyi andırır halim.
Kalbe saplanan ucu paslı bir hançer, sırtını iğde ağacına yaslamış, sevgilinin sapladığı ucu paslı hançeri acaba ne zaman geri çıkaracak diye bekleyen yaralı, şaşkınlığı her halinden anlaşılan bir adam.
Kaçımız sevdiklerimizden, en yakınımızdan, yanımızdadır dediklerimizden, yanı başımızda olanlardan darbe yemedik?
Bir çelme takılmadı ayağımıza yaşamımızın bir dönemecinde?
Bir dönemecin hemen köşesinde çıkan, aniden bizleri hortlak kılığına bürünerek korkutan hayaletler gibi ürpertenlerimiz olmadı?
Hangimizin yoktur kalbinde paslı bir hançer?
Sevgili sen hançerini hep kalbe mi saplarsın?
Kalp insanın en sevdiğini, en değer verdiğini, burası sadece ona aittir, bir başkası giremez dediğini, hep önemsediğini, gözünden bile sakındığını koyduğu, içeri aldığı, başköşeye oturttuğu bir köşktür, bir saraydır kimine göre ise kapısı maviye boyanmış küçücük bir kulübedir.
Kimsenin sığınmayacağı, sadece sevgilinin içeride yer edineceği kadar bir yer olan küçük bir kulübe…
Ve sen sevgili hançerini hep sadece sana ait olan kalp sarayına mı saplarsın?
Hasretin ne kadar acıtsa da canımı, heybemdeki sevdan yeter bana.
Sen istediğin kadar hançerini bendeki sarayın olan kalbe sapla. Hançerin ucu paslımı, çok mu kanatır düşünmem. Bir hançer ve sevdan. Sevdan hançerden baskın çıkar bilesin sevgili.
İğde ağaçlarının arasında kalp yorgunu bir adam olarak oturuyorum. Heybemde sevdan ve kalbimde ucu paslı hançerin var.
Gülümsemesi yüzüne vurmuş bir adam. Sevgilinin hançerini kalbinde taşıyan yaralı bir adam. Sormak istesem de asla soramayacağım soruyu hep kendime soruyorum nedense.
Sevgili sen hançerini hep kalbe mi saplarsın?
Neden soramıyorum?
Neden gözlerinin içerisine bakıp da gamzeler düşmüş yüzünü okuyarak soramıyorum hayatımın belki de en zor sorusunu?
Gözlerinden mi korkuyorum sevgilinin?
Yüzündeki gamzelerin benim için bir daha oluşmayacağını düşünme korkularım mı kendimi bu soruyu gözlerine bakarak sordurmuyor?
Ve sen sevgili hançerini hep kalbime mi saplarsın?
İğde ağaçlarının dalları esen rüzgardan bir sağa bir sola salınıyor. Yeni olgunlaşmaya başlamış iğdelere bakıyorum.
Yutkunuyorum. Severim iğdeleri.
Yaprakları cennet kokar.
Sen kokarsın sevgili.
İğde ağaçlarına benzetirim seni. İğde ağaçlarının yaprakları hiç solmaz. Hep taze kalır. Üzerine düşen kar tanelerine aldırmazlar. Yağmurların damlalarına bakmazlar. Hep taze kalırlar. Güneşin beyin kavuran sıcaklığına alınmazlar. Bu sıcaklık yakmaz onları. Hep tazedirler. Ve iğde ağaçlarının yaprakları hep güzel kokar sevgili.
İğde ağaçlarını sana benzetirim. Paslı hançerini sapladığın kalpte hep taze ve solmayansın.
Boğazımda oluşturduğu zor yutkunmaları tetiklese de yine de severim iğdeleri.
Gözlerinin karşısındaki yutkunmalarım daha bir zordur bilirsin.
Gözlerine bakamadığım yutkunmalarım vardır sevgili.
Gamzelerinin benim için kaybolacak diye içimde biriken korkularımın yutkunmaları.
Gitmelerinin ve bir daha dönmemelerinin, iğde ağaçlarının altında hep yalnız kalmanın bende bıraktığı yutkunmalarımı.
Sende ki yutkunmalarım daha bir zor sevgili.
İğde ağacının boğazımda oluşturduğu yutkunmalarım bir yudum su ile geçerde senin bende gitme korkularının yutkunmaları nasıl geçecek sevgili?
İğde ağacının iğdelerinin damağımda bıraktığı tat sadece kısa bir süre damağımda kalır, ya sevginin kalbimde bıraktığı tat… O hiç gitmeyecek sevgili. Bende gitme korkularının bıraktığı korkular gibi. Hep kalacak.
Daha ne kadar iğde ağacının altında kalırım bilemem. Rüzgar, iğde ağaçlarının dallarını sarsıyor.
Kulağa hışırtılı tatlı bir ses bırakıyor.
İğde ağaçları kalbime hançerini hiç saplamıyor. Hatta hançeri bile yok. Sadece parmaklarıma dallarının uçları dokunuyor. O kadar çokta acıtmıyor. Kalbimi değil sevgili, hafiften parmaklarımı acıtıyor. Birazdan geçer acısı. Senin sapladığın hançerin acısını daha ne zamana kadar taşıyacağım kalbimde bilmiyorum.
Ve sen sevgili neden hançerini hep kalbime saplarsın?
Dedim ya sevgili, hasretin…
O ucu paslı hançerini ne kadar da canın olarak gördüğün kalbe saplasan da heybemdeki sevgin ve hasretin yeter bana.
Arada bir zihin ve gönül hafızamdan çıkartıp bakarım onlara.
Yaşanmışlıklara.
Bende bırakmışlıklarına.
Gözlerinden gözlerime düşmelerine…
Sevgili, heybemdeki sevdan yeter bana.
Rüzgar, iğde ağaçlarını hışırdatıyor. Küçük serçeler uçuşuyor dallarının arasında.
Sakin ve huzurlu kuşlar. İğde ağaçlarının dallarında kendilerini belki de güvende hissettikleri için böyle sakin ve huzurludurlar. Sen de benim kalbimde öylesin sevgili. Huzurlu ve güvendesin kalp sarayında.
Birde hançerin var. Acıtan, kanatan, iç çektiren, hep yutkunduran ucu paslı hançerin var senin.
Ve sen sevgili huzur bulduğun kalbe neden hançerini saplarsın?
Yaprakları hep taze kalan iğde ağaçlarının arasında minik serçe kuşlarının sakinliği arasında düşlüyorum seni.
Gözlerin geliyor gözlerimin önüne. Bakmaktan nedense hep korktuğum gözlerin, yüzünde kaybolmasının hep endişesini taşıdığım gamzelerin gelir gözlerimin önüne.
Sende ne çok korkularım var sevgili.
Gözlerine bakma korkularım var benim sende.
Gamzelerinin yüzünde kaybolma korkularını taşıyorum hep içimde.
Bir iğde ağacının altında kalbe sapladığın hançeri soramamanın korkusunu yaşıyorum sevgili.
Kalbe sapladığın hançerin sorusunu sormak bile ne zor şey.
Ucu paslı hançerini kalbe her saplamanda iğde ağaçlarına konan kuşlar hep huysuzlanıyor. Tedirgin oluyorlar. Kanatlarını daha da bir aceleyle çırparak terk ediyorlar iğde ağaçlarının dallarını az ilerdeki ekşi elma dallarına konmak için.
Sevgili, hasretin ne kadar acıtsa da canımı, heybemdeki sevgin yeter bana.
Çek hançerini.
Kalp çok acıyor.