Karşılaştığım insanların yüzlerinde hep bir umutsuzluk sezmişimdir. Hayatlarını, sırtlarını yasladıkları bu dünyaya sanki bir daha gelecekler duygusuyla yaşamaya çalışmaları gelecekten hiçbir beklentisi olmayan insanlar gördüm. Hiçbir amacı, gayesi bulunmayan sadece kazanmak ve yemek arasında sıkışıp kalan insanlar. Ne kadar kazanırlarsa kazansınlar, kendilerine bahşedilen zaman dilimi içerisinde ne kadar kazandıklarını harcarlarsa harcasınlar günün sonunda kendilerini umutsuz bırakacak mutlaka bir olgu olmuştur. Bu kaçınılmaz bir gerçek.
Hiçbir umutsuzluğu olmadığını iddia eden bir insanın bile ömrünün son demlerini nerede, nasıl ve kiminle geçireceğini, son nefesini nerede ve ne şekilde vereceğini mutlaka düşünmüş ve bu gelecek gerçek için endişe duyup umutsuzluğa kapılmıştır.
Düşlerini, umutlarını, hayallerini hatta özlemlerini köşedeki sıska bir dilencinin avuçlarına bırakmış insanlar.
Zaman girdabında azgın sulara girmişte kulaç atmaktan yorulmuş bir yüzücü gibi bitkin düşmüş, kıyıya vardığında bütün vücudunu sahilin kumlarına bırakıveriyor.
Umutsuzluğu peşinde bir gölge gibi taşıyan, iç cebinde sakladığı sevdalının fotoğrafı gibi koynundan düşürmeyen insanların gözlerinin içine baktım.
Bir bitkinlik, yolda kalmışlık, kötü bir falcının dudaklarından avuç içlerine dökülen hüzün ve karamsarlık buldum.
“Takatim yok” diye gözleriyle haykırıyorlardı.
Dipsiz bir kuyunun içerisine düşen bir insanla umutsuzluk kuyusunun içerisine düşen insanın hali aynıdır. Oradan çıkmak için hiçbir çaba sarf etmezler. Hiçbir gayret emaresi sezemezsiniz hallerinde.
Orada bir ömür kalacaklarını düşünürler. Buna kati bir şekilde inanmışlardır.
Rakibini karşısında görünce yenilgisini baştan kabul eden bir sporcu misali parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler. Boyun eğerler umutsuzluğun karşısında. Çünkü kabullenmişlerdir.
Çıkmayı, kurtulmayı, yeni bir sabaha uyanmayı asla düşünmezler. Umutsuzluk yenilgisi bütün benliklerini bedeni saran bir hastalık gibi sarmıştır.
Umutsuzluk çökertir insanı. Beyne, akla, kalbe, gönle vurur. Sonra gözlerinin çöktüğünü, omuzlarının düştüğünü, ellerinin boşlukta çırpındığını görürsünüz karşınızdakinin. Her şeyini kaybetmiş bir insanın boş bakışlarını görürsünüz.
Umutsuzluk gözlüğünü takmıştır çoktan. Usta bir terzinin elinden çıkmış çok iyi bir siyah takım elbiseyi giyen bir manken gibi insanlar arasında dolaşmaya başlamıştır. Umutsuzluk elbisesi bazı insanlara öyle bir yakışır ki, lacivert bir gömlek misali bir başkasına yakıştıramazsınız.
Rinkte rakibinden sıkı bir dayak yemiş boksör gibi bir çuval olup yığılı verir mindere.
Umut kapı eşiğinde bekleyen bir misafirdir. Biz sadece kapıyı açmalıyız. O zaten içeri girmek için sabırsızlıkla beklemektedir.
Umut kuyumcunun tezgahında duran altın, gümüş, pırlanta bir yüzüktür. Biz sadece alıp parmağımıza takmalıyız.
Bir fırının içerisinden çıkan üzerine sabah buğusu sinmiş buram buram kokan sıcak taze bir ekmektir.
Umut vitrinin önünde duran bir bluz veya bir gömlektir. En afilisinden giymek gerekir.
Dipsiz kuyudan çık sevgili.
Bedenine yakıştırdığın, aklına kazıdığın umutsuzluk gölgesini kuytu köşelerde bırak ve ardına bile bakmadan oradan uzaklaş.
Bir ikindi yağmuru olup kalbine ve gönlüne yağan umutsuzluk yağmurlarına inat umut şemsiyeni aç ve  üzerine yağmalarına engel ol.
İçerisinde nar, limon, kiraz, erik, kayısı, ekşi elma, narenciye her mevsimin bir araya geldiği bir bahçede sadece bir umut ağacından bir gülümseme al kendine.
Bulutsuz mavi bir gök düşle.
Kiraz ağacına konan küçük bir serçe kuşunun kanatlarına bırak tüm umutlarını sabahın en alacası düşerken yere.
Umudunu yitirmiş insanların çoğu belki de bilmeden içgüdüsel olarak da diyebileceğimiz bir
umutsuzluk aşılar karşılaştığı, temas ettiği hatta birlikte bir evi paylaştığı insanlara.
Sizce umutsuzluk veya umut bulaşıcı mıdır?
Bir insandan bir başka insana geçebilir mi?
Umutsuzluğu bir kenara bırakırsak, umut bulaşıcı olmalı değil midir?
Umutsuzluk insanı ciddi manada yıpratır. Gelecekle hiçbir şekilde bağ kuramaz umutsuz insan.
Düşünemez.
Hatta düşleyemez.
Umut askıda bir ekmek gibi asılsaydı kaç insan askıda umut torbasına elini uzatırdı?
Umudu bulan her insan dağarcığına yüklendiği bu umutları bir gece yarısı herkes uykudayken umudunu yitirmiş insanların kapılarına bıraksa. Sabah uyandıklarında kapılarına bir çıkının içerisinde umut bırakılmış gören insanların sevinçlerini, gözlerindeki parıltıyı görmek ve içlerindeki tarif edilmez duyguyu hissetmek nasıl bir his yoğunluğu?
Her kapıya bir umut.
Yağmur ve kar gökyüzünden yer yüzüne bahşedilen en büyük olgudur. Toprağı bereketlendirir.
Canlandırır. Yeniden hayat verir.
Umut tıpkı bir yağmur gibi gökyüzünden yılın belli zaman dilimlerinde yağsaydı umutsuz insanların gönüllerine ve kapılarına, dünya nasıl bir yer olurdu?
Bir tohumun toprakla buluşması sonra da tohumun çatlayıp içerisinden bir filizin bir fidanın yeşermesi, insanın kalbine, gönlüne, ruhuna düşen bir küçük umut tohumunun o insanın içinde filizlenip yeşermesine benzer.
Yeter ki insan kendisi için umudun penceresini aralayıp umutsuzluğun kapısını kapatmaya azmetsin.
Umut eczanelerde satılan bir ilaç olsaydı insanlar kim bilir onu almak için nasıl bir çaba harcarlardı.
Umut toprağa atılan bir tohum olsaydı kim nasıl ve ne şekilde umut hayal ederek elindeki umut tohumunu toprakla buluştururdu.
Nasıl bir dilek umudunda bulunarak avuçlarında tuttuğu umut tohumunu kara toprağın bereketli bağrına bırakıverirlerdi.
Umut saksıda yetişen bir çiçek, bir gül, bir tomurcuk goncası olsaydı insanlar balkonlarında yetiştirmek için birbirleriyle nasıl bir yarış haline girerlerdi.
İnsanlar en iyi umudu yetiştirmek için birbirlerini kıyasıya bir yarışın içerisinde bulurlardı.
Hiç kimse bir başkasına yetiştirdiği umudun sırrını vermez.
Yeni bir tatlı keşfeden tatlı ustasının bu sırrını kimseyle paylaşmaması gibi.
Herkes yetiştirdiği umut tomurcuklarını bir sır gibi saklar. Umudun üzerine kapılar kilitlenir, pencereler kapatılır, bahçe kapıları sürgülenir.
İnsanlar yetiştirdiği umut tomurcuklarını görmesinler diye belki de akla gelmeyecek, sadece şeytanın haberi olan her şeyi yaparlar.
Umut gizli bir sır olsaydı bu sırra ermek için insanlar nasıl bir mücadele verirdi?
Ya da gizli bir hazine olsaydı insanlar bu umut hazinesine ulaşmak için nasıl bir yol izlerlerdi?
Umut bilinmeyen bir ülkede, ya da kayıp bir kıtada kimsenin bilmediği bir dağın tepesinde veya sarp bir kayanın ucunda yetişen nadir ve nadide bir çiçek olsaydı insan oğlu unu elde etmek ve kavuşmak için nasıl zorluklara katlanırdı?
Hemen hemen gittiğiniz, uğradığınız her kasabada bir çeşme başında, bir bozkırın orta yerinde veya bir yüksekçe tepenin eteklerinde birer dilek ağaçları görürsünüz. İnsanlar ne murat ediyorlar, yaratıcıdan ne istekte bulunuyorlarsa, bu istek ve taleplerini kimisi oyalı, kimisi işlemeli bezlere sarıp sarmalayarak ağacın dallarına bağlıyorlar.
Heyecanla gittikleri dilek ağacından, kalp ve gönüllerine doldurdukları arzu ve istek duyguları, yüzlerinde telaşlı bir tebessümle dönüyorlar.
Dilek ağaçlarının yanında birde umut ağaçları olsaydı, insanlar her umutsuzluğa düştüklerinde nasıl bir umut dileyeceklerini bu ağaçlara bağladıkları bezlerle anlatırlardı. Yarınlardan nasıl bir umut isteyeceklerini rengarenk bezlere işleyerek umut ağaçlarına asarlardı. Böyle bir ağaç olsaydı her umut dileyen insan, umut ağacının yanından ayrılırken dönüp dönüp bir daha bakardı dileğinin yeşerip yeşermediğine.
Evet umut bir hazinedir.
Bazen gizli, kuytu köşelerde bulunan, uçurumun kenarında yetişen nadide bir çiçek, bazense bildik, tanıdık, gözümüzün önünde, ayaklarımıza dolanan ancak bizim hiçbir şekilde fark etmeyeceğimiz bir beyaz yumak kedi gibidir.
Umut, nadir bulunan bir mücevherdir. Bir pırlanta, bir elmastır.
Umut, kalbe ve gönle ekilen bir tohumdur. O tohumu çürütmeyecek, yeşertecek, filizlendirecek bir kalp ve gönül bulmalısınız.
Ve sen sevgili, dağarcığına doldurduğun umut tomurcuklarını, umut tohumlarını ne zaman serpeceksin gönül zeminine?
Mavi gökyüzünden ödünç aldığın gökkuşağının renklerini ne zaman dilek ağacının yarında bulunan umut ağacına bağlayacaksın?
Avuçlarında sıkıca tuttuğun, nar tanelerini andıran umut tohumlarını hangi zaman aralığında kalp toprağına serpiştireceksin?
Bir martının kanatlarında getirdiği deniz yosunlarını deniz hayal eden hangi çocuğun umut dolu gözlerine süreceksin?
Bir bozkır serçesinin gagasında tuttuğu buğday çöpünü ayakları toprak görmemiş hangi şehirli çocuğun kapısına bırakacaksın?