YAŞAMIN kıyısında dolaşırken, giden ve bir daha dönmeyecek sevgiliye el sallamak. Kızgın çöllerde yalın ayak dolaşırken, bir buz parçasına ayak uçlarınla dokunduğunu hissetmek. Güneşin ve kum parçalarının kavurucu ateşinde hayalen de olsa dokunduğun buz parçasında serinlemeye çalışmak. 
Hayatın son durağı, bir nefeslik an, bir bilinmez matematik rakamında mı gizliydi yaşamın sırlı iksiri. Kaçla kaçı çarptığını bilmeden, sonsuzluk rakamına ulaşabilmek belki de. 
Bütün ömrü boyunca hiçbir kadına bağlanamamış, serçe kuşu misali daldan dala konmuş, bal arısını andıran çiçekten çiçeğe konan azgın bir erkek ve belki de bir kadının doyumsuzluğunda saklanmıştır.
Uğrak limanlarda sevdalısını arayan bir kalbin, el değmemiş yeni sevgilere dümen kırmasındaki hazzın başlangıcında giz olmuştur yaşam. Bir geminin peşi sıra kanat çırpan martının adeta yolcuları selamlar gibi etrafında dönmesinde saklanmıştır. 
Küçük bir pencerenin önünde, küçük bir evin içerisinde, küçük bir avluya bakarak avludaki küçük bir erik ağacının üzerindeki kanaryaya gözlerini kırpmadan bakan sümüklü bir çocuğun gözlerindeki parıltı ve yüzündeki gülümsemedeydi belki de… 
Uzak dağların, karlı tepelerin başlarında elindeki kocaman sopasını yere vura vura ilerleyen bir gezginin sopasının ucunda mı gizli bir giz olmuştu hayatın iksiri… Ayaklarının altındaki çakıl taşlarını hissetmeden ilerleyen yolcunun menziline varabilmek için nefes nefese kalmasındaki yorgunluk ve ulaşabilme arzusunda saklanmıştır hayatın iksiri. Ateşin etrafında dönerken birden bire kendisini ateşin içerisine atan ateş kelebeklerinin, ateşe bu denli aşık olmalarındaki sırdır hayatın iksiri.  
Su kenarından geçen, otlak bozkırlara uğrayan elindeki ince iğde çubuğunu dizlerine vuran, sırtında beyaz keçesiyle başını mavi gökyüzüne kaldırıp, gözlerini güneşe karşı kısan bir dağ çobanının kavalında veya dudaklarının arasından çıkan ıslığa tutunmuştur hayatın iksiri…
Sahi sevgili ne dersin, hayatın iksirini beton yığınlarının arasında aramak daha mı kolay? Daha mı keyifli geliyor sana çeşit çeşit renklere boyanan binaların arasında bir çilek kokusunu bulamamak?
Yol kenarlarında bilmem hangi faninin adına yaptırılan bir çeşmenin musluğuna dudağını dayayan bitkin ve yorgun bir yolcunun kana kana suyu yudumlamasında mı gizlenmiştir hayatın iksiri… 
Akşam karanlığında içeride yanan kısık mum ışığında oturmuş, sırtını duvara yaslayan bir şairin hafızasına düşen ilhamda gizlidir hayatın tüm sırrı… Gece yarısına doğru başlayan yağmur taneleri camla buluşunca ortaya çıkan enfes ses şairin hafızasına yükünü yüklenmiş kelimelerle hücum eden cümleler gibidir belki de. Hayatın iksiri…
Bir orman perisi, kurumuş ağaç dalları arasından iri gözleri ile gülümser deniz kızına inat… Akşam güneşi batmadan önce yer yüzü gün ışığının son demlerini yaşarken, Orman Perisi, her ağaçtan birer adet topladığı taze yaprakları deniz kızına sunar. Yaprakları saçlarına taç yapan Deniz Kızı, karşılığında su damlacıkları döker Orman Perisini saklayan ağaçların köklerine. 
Sahilde tahta bir bankın üzerinde oturan ihtiyar bir adam, yanında ellerini göğsünde birleştirmiş oturan körpe bir çocuğa denizi işaret eder. Sarı benizli körpe çocuk, denize değil de en çok üzerinde süzülerek uçan martılara gülümser. 
İhtiyar, dalgaların çıkardığı sesi dinlerken, sarı benizli çocuk ise martıların suya süzülüşünü ve denizin yüzeyinden kaptığı yiyeceğe dikkat kesilir. İhtiyar adam, beyaz köpüklere bakıp her bir dalgada oluşan yeni beyaz köpükleri kendi hayatına uyarlarken, sarı benizli çocuk, martının yiyeceği kaptıktan sonra aynı hızla helezonlar çizerek havalanmasındaki ani harekete hayretle bakar. 
İşte hayatın iksiri bu dalganın oluşturduğu köpükte gizlidir” der ihtiyar adam, kırışmış parmaklarını suya doğru uzatarak. Sarı benizli körpe çocuk, yan gözlerle mütemadiyen dalgaların oluşturduğu köpüğe bakan ihtiyar adama gülümser. “Hayatın iksiri, martıların gagasının ucunda gizlidir belki de be dede” diye usulca fısıldar...