İnsan belki de her şeyi yok sayar. Hafızasından siler. Ancak hatıralarını yok sayamaz. Ezip geçemez.
Her bir şeyi unutabiliriz.
Yoldan az önce geçen bir adamı, köprüde karşılaştığımız etekleri rüzgarda uçuşan sarışın dilberi, bir
caddenin köşesinde simit satan bir ayağı aksak orta yaşlı sarı benizli emekçiyi, durakta sırtını direğe
yaslamış gelip geçen insanları seyreden elleri soğuktan üşümüş arada bir parmaklarına hohlayan
mendilci çocuğu unutabiliriz.
Ancak geçmiş hatıralarımızı, yaşanmışlıklarımızı asla unutamayız.
Biz nereye gidersek, nereye yolculuk yaparsak hatıralarımızda bizimle birlikte gelir.
Omuzlarımıza yüklediğimiz heybemizde, ellerimizle sıkıca kavradığımız bavulumuz veya çantamızda
yüklüdürler.
Uzun yolculuklarda başımızı yasladığımız soğuk cam kenarlarında bıraktığımız ürperten rüyalarımızda
gizlenmiştir.
Dağ geçitlerinde, yol kenarlarında, bir kırlangıç sesinde, bir bağ kulübesinde sırtını elma ağacına
yaslayan işçinin bakışlarında toplanmıştır.
Biz nereye gidersek gidelim, hatıralarımız bir gölge misali bizleri takip eder.
Zihnimizden geçerler zaman zaman.
Aklımızın bir köşesinde dururlar arada bir biz buradayız emaresinde bulunarak hatırlatırlar kendilerini.
Kalbimizin bir köşesine hafiften kurulmuş çarpmaktadırlar çakır gözlü bir dilberin bakışları olarak.
Bizden bir parçadırlar. Bize ait bir uzvumuz gibidirler. Kolumuz, omzumuz, gözümüz, ellerimiz,
ayaklarımızdırlar. Nasıl ki vücudumuzdan bir uzvumuzu atamaz isek, hatıralarımızı da hayatımızdan
çıkartıp atamayız.
Merdivenden geriye döndüğümüzde onlar hep bulundukları yerde dururlar.
Hatıralarımız.
Yaşanmışlıklarımız.
Yaşanmış güzel yada çirkin sevdalarımız.
Bir yönüyle bizleri hatıralarımız besler. Hatıralarımızdan besleniriz. Bir el feneri gibi yolumuzu
aydınlatırlar. Onları düşünüp, hayal edip onların bizlerde bıraktığı izler ve hayatımıza serpiştirdiği
kırıntıları takip ederek yolumuzda ilerleriz.
Hayatımıza dokunan, renk katan, katılan, kalıcı olan, uzun süre kalmasa da iz bırakan, bir anlık
dokunup giden, kaybolan, ilerde belki karşımıza çıkar veya çıkmaz bilmediklerimiz hep hatıralarımızda
var olacak yaşanmışlıklarımızdır. Bizler onları hatırlasak da hatırlamasak da bu böyledir.
Hatıralarımızın en renkli, en can alıcı, en unutulmaz köşelerinde var olan sevgililerimiz vardır. Onlar
hayatımızın hep baş köşelerine kurulmuş, aklımıza kazınan, duvara çakılan bir çivi gibi hiç sökülüp
atılmayacak, kimisi esmer, kimisi kumral, kimisi sarışın, siyah üzüm gözlü, yanağında bir gamzesi,
gerdanında bir beni, uzun siyah saçlı, sarışın çakır gözlü yok edemeyeceğimiz yaşanmışlıklarımızdırlar.
Hatıralarımız büyütür bizleri. Bir çiçek gibi, bir ağaç gibi köklerimizi sular ve diri tutar bizleri.
İnsan hatıralarını hatırladıkça ya gülümser yada hüzünlenir. Ortası yoktur bunun.
Hüzünlendirir hatıralar bizleri.
Ağlatır bizleri.
Ellerimizi dizlerimize vururuz zaman zaman.
Göğsümüzde bir yumruk gibi durur hüzünlü yaşanmışlıklarımız. Dudağımızda ağlamaklı bir boncuk
olur. Gözlerimizden düşer yavaşça avuçlarımıza attığımız adımlar, dokunduğumuz insanlar, kırdığımız
kalpler.
Gönül kırgınlıklarımız iç geçirtir bizlere.
Bir bahar mevsiminde kışı yaşatır hiç umulmadık zaman dilimlerinde.
Diz çöktürür pişmanlıklarımız. Başımızı dizlerimizin üzerine koydurur iki avucumuzla şakaklarımızı
döveriz yeri geldiğinde en pişmanlıklarımız.
Hatıralarımız gülümsetir gözlerimizi.
Temmuzun sıcağında bir yudum su içmek gibi serinletir güzel güldüren hatıralarımız.
Yanaklarımız al al olur. Gözlerimizin içi parlar. Yüreğimiz kabarır da kabarır. Kendimize bir haller
olduğuna kendimiz bile şaşarız. Gülümsemelerimiz yılkı atlarının koşmasını andırır delicesine bir
çimenliğin ortasında.
Saçlarını okşadığımız esmer bir dilberdir.
Dişlerini gösteren yırtıcı bir hayvandır.
Bazen bir anne şefkati, sıcak bir ten, soğuk bir döşek olur hatıralarımız.
Sevgilinin koynunda uyur gibi bir yorgan olur sıkıca sarar.
Kışın dondurucu soğuğunda sığındığı bir parkın bankında eskimiş, yırtık siyaha kaçmış paltoya sarınan
bir evsizin üşümesi gibidir. Buz keser her yanımız.
Gözlerimiz kararır.
Ellerimiz titrer.
Yutkunuruz.
Boş bakışlarımız olur etrafımıza.
Hatıralarımız bizden bir parçadır. Kopamayız.
Bir ağacı ayakta tutan besleyen kökleridir. Elbette güneşin, yağmurun, karın hatta rüzgarın bile ağacın
gelişmesinde, ayakta durmasında büyük, yadsınamaz faydaları vardır. Ancak ağacın gövdesi toprağa
kök salmasaydı bütün bu etkenlerin bir hükmü, manası, etkisi olmazdı.
İnsan hatıralarına tutunur onlara sarınarak ayakta kalır. Geleceğe kök salar. Yaşadığı anı, gelecekte
neler yaşayacağını kestirebilir, yön vererek şekillendirebilir.
Bir bakıma da bulunduğumuz, yaşadığımız anda, zaman diliminde yaşadıklarımızın, hatıralarımızın
etkisi çok büyüktür. Yaşadığımız anın diri durmasında, dev dalgalarda sarsılmayan bir gemi, kuvvetli
bir rüzgarda devrilmeyen bir ağaç gibi olmasında yaşanmışlıklarımızın büyük katkıları vardır.
Güneşin, yağmurun, karın hatta rüzgarın ağacı besleyip ağacın aldığı bu besinlerle toprağa kök
salmasının kuvvetlenmesi gibi. İnsanda hatıralarından beslendikçe, diri durur, kök salar ve sarsılmaz.
İnsan ailesini, kendisini doğuran bir anneyi, babasını, kardeşlerini, ait olduğu ailesini inkar edemez,
yok sayamaz. Hatıralarımızda tıpkı bizlere ait olan aramızda kan bağı bulunan aile fertlerimiz
gibidirler. Ailelerimizi nasıl yok sayamıyor, inkar edemiyorsak, hatıralarımızı da yok sayamaz, inkar
edemeyiz.
Reddedebilir, kabullenmeyebilir hatta karşı gelebiliriz. Ancak bu kabullenmeme, reddetme insanın o
aileye ait olma gerçeğini değiştirmez.
Hatırlarımızı kabullenmeyebilir, yaşamamış sayabilir, keşke olmasaydı diye iç çekebilir, pişmanlık
duyabilir hatta kabullenmeyebiliriz. Ancak hatıralarımızı hiç yaşanmamış gibi yok sayamayız
Bir nefes gibidir. Nefes hangi ağızdan çıkmışsa o iki dudak arasına aittir. Bir kiraz ağacının yaprakları
arasındaki kırmızı kirazın bulunduğu ağaca ait olması gibidir, insanın kendi ailesine, hatıralarına,
yaşanmışlıklarına ait olması gibidir hatıralarımızın bizlerden bir parça olması.
Küçücük bir taş parçasının kocaman bir kayanın bünyesinde bulunması misali insanda hatıralarına
aittir. Onlarda bizlerden bir parçadır. Ne yolda bırakabiliriz ne de hayatımızdan çıkartabiliriz. Onlar acı
tatlı yaşandı ve bizlere aittir.
Bazen insan bu gerçekliği ne kadar inkar etse de aynaya her baktığında bu gerçeklik, yaşanmışlık bir
hatıra olarak yüzüne çarpılır.
“Ben buradayım” der.
“Sen ne kadar inkar etsen de, kabullenmesen de beni sen yaşadın. Bir başkası değil” cümlesi
kulaklarımızdan içeriye bağıra bağıra girer.
Bütün yaşanmışlıklarımızı geriye döndüğümüzde elimizde sihirli bir değnek olsaydı kaçımız
değiştirmek isterdik?
Kaçımız vaz geçerdik o aşk dolu, şehvet yüklü, tepeden tırnağa kadar hazla çevrili zaman
dilimlerinden?
Kaçımız değiştirirdik sevgilinin yanağımıza aşkla kondurduğu buseyi, tüm benliğimizle bizleri çıldırtan,
parmak uçlarımızı dahi titreten nefesiyle aşk sözcüklerini kulağımıza fısıldadığını, bizleri olduğumuz
yerde eriten, can alıcı bakışlarını, rüzgarda uçuşan ipeksi siyah veya sarışın saçlarını, yine rüzgarda
uçuşan eteğini gamzesini, inci mercanı andıran gülümsemesini?

Kaçımız değiştirmek isterdik pencere dibinde ağlayışlarımızı, kapı önlerinde hasretle bekleyişlerimizi,
sokak köşelerinde arayışlarımızı, kaçmalarımızı, küsmelerimizi, ahlarımızı, vahlarımızı?
Hayatımızı geriye döndüren bir sinema olsaydı, bize bir şans bahşedilmiş olsaydı hangi
yaşanmışlığımızı değiştirmek ve yeniden yaşamak isterdik?
“Eski anılarımız, yeni umutlarımız olmalıdır” der Arsene Houssaye.
Acısıyla tatlısıyla geçmiş yaşanmışlıklarımıza bakarak içimizde bir umut ışığı yakmalıyız. Bir umut çiçeği
tomurcuklandırmalıyız.
Bir bahar ılıklığında kalbe düşen sevgili, bütün yaşanmışlıkları yok sayacak mıyız?
Karmaşık bir hayatın içerisine bir sabah güneşi gibi doğarken, geçmiş yaşanmışlıklara bakıp ikbal de
ben olacak mısın?
Ne dersin sevgili en çok hatıralarımız mı bizleri ayakta tutar, yoksa biz mi ayakta duracak kadar
dirayetliyizdir.