Hanımı:  “Ben bakkala gitmem, borçlu olmaktan dolayı çok utanıyorum.”diyordu.
Salih’de; “kimseden bir şey isteyemiyoruz.
Evde yiyecek bir şeyde  kalmadı” diye mırıldandı.
Bu sıkıntılar içindeyken üzerine bir ağırlık çöktü.
Ya Rabbim sana sığındık diye dualar edip uyudu. “Uyku onun için bir kurtuluşmuş gibi geliyordu.
Rüyasında bir el  tatlıcıya götürüyor, istediğin kadar ala bilirsin der gibi hareketler yapıyor.
Karnını doyurdu, birazda hanımı ile oğluna ayırırken, hanımı Salihi sallayarak uyandırdı:
“Salih, Salih kalk!” Elinde bir kağıt parçası.          
   Hastanede yatarken, Kayseri’li Fahrettin beyle tanışmıştı.
Onun maddi durumu iyi olduğu için özel odada kalıyordu. Yaşça Salihten büyük olmasına rağmen arkadaş gibiydi, dostluğu çok iyiydi.
Kıtlıkta verilen bir dilim ekmek unutulmaz, derler.
 Demek ki gönülden kurulan köprüler yıkılmıyor.
Zamanı geldiğinde gönül alış-verişi yapılabiliyordu. Evet, Kayseri’den Fahrettin ağabeyi Salihe bir miktar para göndermişti.
 Hanımı, küçük oğluyla giderek parayı çeker, borçları kapatırlar. Geri kalanına da evin ihtiyacı olanları alıp eve gelirler ,Hamd olsun diye mırıldanarak dualar ediyordu.
Buna benzer hadiseleri ara sıra yaşayarak yaşamına devam ediyordu.
Fahrettin ağabeyi Ankara’da işi varmış. Salihe de uğradı.
“Salih, ben yaşadığım sürece sizi perişan etmem, ama bir gün gelir ben de size yardım edemeyebilirim.
Şimdi sana öyle bir katkıda bulunalım ki, sen ne bana ne başkasına muhtaç olmadan yaşamalısın.
Sana ne yapalım? ” diye sordu.
Salih de:
 “Ağabey, evin önündeki kömürlüğü yıktırıp, orayı bakkal dükkanı yaptıralım, hanımla birlikte çalışır geçimimizi sağlarız.” dedi.
Salihin bu teklifini kabul ettiler. Evin önündeki kömürlük yıkılıp bakkal dükkanı olacak şekilde yaptırıldı.  
Toptancıdan gelen malları raflara dizdirdiler.
Bir arkadaş tabelasını yazdırdı.
Yani, herkes bir eksiğini tamamlıyordu.
Çalışmak çok güzeldi. “Kazandığın parayla pişen yemeğin tadı bir başka oluyor” diyordu.
İki seneyi aşkın işleri yürüttüler.
Veresiye olmazsa müşteri gelmiyordu.
Veresiye verdiğinde’de parayı toplayamıyordu.
Yani, herkesin dediğini Salih yapmadı, onun düşündüğü gibi de bu işler yürümedi.
Sermayeyi kaybetmeksizin, bakkalı devren satıp parayı aldı.
“Şimdi elimizde biraz sermaye var, bu sermayeyle nasıl bir iş yapabiliriz” diye düşünürken,mahalleye seyyar çorap satan çorapçı gelmişti.
Hanımı, el örgüsü çoraplardan alınca, aklına çorap örme fikri geldi.
Örgü makineleri ile ilgili araştırma yaptırdı.
Çorap makinesi almakta karar kıldı.
Kiminle karşılaşsa, akıl danışıyordu.
“Elimdeki para az, yanlış bir şekilde harcarız, bir daha bu parayı toplayamayız” diyordu.
Dayısı geldi, “bir de ona danışayım” dedi, durumu anlattı, paranın miktarını söyledi.
O da Salihe: “Ne yapacaksın çalışmayı, iş yapmayı, istesen de bu parayla bir şey yapamazsın ,zaten sen sakat… birisin. Bak evinde bir televizyon bile yok.
O parayla al bir televizyon yat keyfine bak.”diyordu.
 Evet, anlaşıldı ki artık kimseden akıl almayacaktı.
Hani bir laf var ya.
“Müslüman… bulduk ta köy sorduk.”
Bu insanlar ne yer ne içer nasıl barınır diye akıl vermiyor “al bir televizyon keyfine bak” diyor.
“Yok arkadaş kimseye bir şey sormayacağım” ,diyerek. Çorap işini yapmaya başlayarak ailesinin gelirini sağlıyordu...
 Selam  ve  dua’larla.